31 MART SEÇİMLERİ VE YANSIMALARI
Kazanmanın doyumsuz hazzı
İYİ PARTİ'ye sağır, kör ve dilsiz olanlar; şimdi gidin evinize, çekilin bir köşeye ve düşünün bakalım İstanbul elinizden nasıl kaydı gitti.
Yandan bakın, sağdan bakın, soldan bakın; hoplayın, zıplayın, aksırın, tıksırın; o da olmadı meydanlara çıkın yırtının; ne yapsanız yapın; "İYİ PARTİ gerçeği"nin tokatını suratınızda hissettiniz şimdi değil mi.
Artık İYİ PARTİ'yi gözünüze değil, rüyalarınıza bile soktuk mu; soktuk. Haydi şimdi güle güle.
El cümle; İYİ PARTİ kazandırmıştır. Şimdi diyecekler hangi ili; "İstanbul, Ankara, Mersin, Adana, Antalya. Daha sayayım mı?
İstanbul'da seçimler yenilenmeyecek
AKP Genel Başkan yardımcısını dinliyorum. Anlattıklarının hepsi argo deyimle tıraş
Anlattıklarına göre elbette dikkat çektiği şeyler kesinlikle olmaması gereken hususlar ama düzeltilmesinin seçim sonrası değil seçim öncesi, seçmen listelerine itiraz sürecinde yapılması gerekirdi. Aslında seçim öncesi de fark edilmiş ama anlaşılan o ki; seçim sonrası "Durumumuza göre lehimize kullanırız" düşüncesi ile üzerine gidilmemiş.
Yine anladığım o ki; kaybeden her partiye AKP'ye tanınan araştırma imkanları verilse onlar da mazeretlerine delil olacak valizler dolusu belge toplanabilirler. Mesela İYİ PARTİ'ye de aynı imkanlar tanınsın bakalım Balıkesir'de sonuç ne olur.
Dolayısıyla dosyaları toplamak, eksik imzalar olan ihaleleri tamamlamak; yola çıkanları göndermek, gelecekleri karşılamak, süpürgeyi tutup pislikleri temizlemek için AKP çok güzel zaman kazanıp, süreci yönetmiştir. Kesinlikle ve kesinlikle seçimin tekrarını istemelerinde samimi değiller, seçmenlerini "Biz elimizden geleni yaptık" diyerek gazlarını alma senaryosunu uyguluyorlar. Onlar da çok iyi biliyorlar ki; AKP kurulurken meşruiyetine mazeret teşkil eden en büyük unsur mağduriyetleri konsolide ederek topladığı güç sayesinde kısa zamanda partileşip, iktidar olmuştur. Böyle güçlü bir argüman olan "Mağduriyet" sihrini kendi elleri ile muhalefetin kullanımına sunmak istemez.
Dolayısıyla diyorum ki; İstanbul'da seçimlerin yenilenmesi ile 13 bin değil 100 binlerce oy farkı ile AKP kaybeder; sonrasında hem erken seçim hem de tek adamlı partili Cumhurbaşkanlığı sistemi tartışması gündeme gelecektir. Bunu hiç bir zaman istemeyecek olan da Cumhur ittifakıdır.
Şimdi MHP'den Ankara Belediyesi meclis üyeliğine seçilen üyeler harbi ülkücü oldukları için mi Mansur Yavaş'a güvenmeyip, badem bıyıklılarla işbirliği yapıp, görevini yapmasına mani olmaya çalışıyorlar.
Vallahi ben onu bunu bilemem. "Ülkücülük hukuku" dediğimiz bir kavramı ülkücüler olarak içselleştirmişsek şayet; Allah rızası için hak, hukuk ve adaletin o mecliste tecellisi için hiç bir ülkücü doğruyu söylemekten de, yapmaktan da imtina etmez.
Dolayısıyla, Ankara Belediyesi meclisinde olup bitenler belki siyasi ahlakın kaldırabileceği bir durum olabilir ama ülkücü edep, adap ve ahlakın kaldırması kesinlikle mümkün değil.
O halde neyin farkına varmış oluyoruz; ülkücü siyasetçi olmak için değil adam olmak için yetişmeli, başarırsa; ancak o zaman siyasetçi olmalıdır.
Farkında mısınız; ülkücüler tarihi bir sınavdan geçip, tasnif oluyorlar. Biatcı olup siyasal İslamcılığa evrilmiş olanlar ve hür düşünceli öz güven sahibi ülkücü kalanlar.
Ankara Belediye meclisinde bunun en güzel fotoğrafını gördük. Eğer ülkücü olmak adam olmaksa; yani bir rahmetli Ali Güngör olmaksa; MHP'den belediye meclisine girmiş olan "Ülkücüler" Mansur Yavaş'ın yanında olmalıydılar. Bunu becerebilselerdi; ileriye dönük ülkücülerin tek çatı altında bütünleşmelerinin (Lider sultasına rağmen) yolu açılmış olacaktı.
Öncelikle ülkücüler siyasetin değil, siyasetin ülkücünün kontrolünde olması gaye edilmelidir. Örneğin ucube sistemin zorladığı şartlar gereği Mansur Yavaş her ne kadar CHP'den belediye başkanı seçilmişse de; kim ne derse desin, aslında harbi bir ülkücü kimliğini ortaya koyduğu için Ankara'da siyasetin bir ülkücü üzerinden dizayn edilmesinin öncüsü olmuştur. Hatta Ekrem İmamoğlu dahi; klasik bir CHP'li olmasından ziyade daha çok ülkücü duruş ve niteliklerine sahip olduğundan teveccüh görmüştür.
Yani demem o ki; ilk önce birileri siyaseti dizayn ettikten sonra ülkücüler de gidip dizayn edilen o siyasetin figüranı olmamalıdır. Devlet Bahçeli daima başkalarının dizayn ettiği siyasete Türk milliyetçilerinin kurumsal kimliği MHP'yi hizmete amade kılmıştır. İnisiyatifini kullanarak, öncüsü olduğu her kırılmadan sonra Türk milliyetçiliği adına yaramıza merhem olacak hiç bir önceliğimiz olmadı. Rahmetli Başbuğ zamanında MHP'nin oyu %3'dü, hükumetlerde de değildik ama iç işleri ve milli eğitim bakanlığı sanki MHP'nin uhdesindeydi. Peki bunun temeli neye dayanıyordu; DYP'de bir Meral Akşener, Ayvaz Gökdemir, Gökhan Maraş olması; ANAP'da Halil Şıvgın, Mustafa Taşar, Namık Kemal Zeybek, Ercüment Konukman, Sadi Somuncuoğlu gibi hemen aklıma gelen isimlerin olmasıydı.
Yani demem o ki; siyaseti ülkücüler dizayn ederse; ancak o zaman "Hareket" muradına erecektir. Önemli olan şu veya bu partide olmak değil; önemli olan ülkücü olarak nerede ve hangi şartlarda olursak olalım ülkücü olmanın gereğini yapmaktır.
Erdoğan'ın 1989 yılında söyledikleri ile bugün sergilediği çelişkiler
Muhteremin 1989 yılında yaptığı bir konuşmasında neler söylemiş neler. Bulgaristan devlet Başkanı Jirkov'un Türklere uyguladığı asimilasyon politikası nedeniyle zorunlu göçe zorlanan Türklere "Onlar Türk oldukları için değil, Müslüman oldukları için gönderiliyorlar" diyerek adeta Türklüklerine değil de Müslümanlıklarına sahip çıkarak, zamanın hükumetinin milliyetçi yaklaşımlarından rahatsız olduğunu ima ediyordu.
Niçin böylece zihnindekini dışa vurma ihtiyacı duymuştu biliyormusunuz; ANAP hükumetinin Türk milliyetçisi bir bakanı olan Ercüment Konukman'ın Bulgaristan'dan göçe zorlanan insanları kabul edip, sahip çıkılması anlamında "Onlar bizim soydaşlarımız" demiş olmasıdır.
Sonra devam ediyor; "Bu kadar 300 bin insan geliyor da; bunlarla nasıl ilgileneceğiz. Bakın bu insanlar geliyorlar, zor şartlarda kontrolsüz ve dağınık bir şekilde yaşıyorlar. Sonra bunlar; mesela Bursa'da kadınlar, genç kızlar parklarda satılıyorlar" diyor. Yani adam soydaşlarımızı kabulümüzü istemiyor. Bu ifadeleri söylemiş o günün aynı insanının bugün Suriyeli göçmenler için söylediği sözler ve sarf ettiği çabayı görünce siyasal İslamcı bir insanın değişimi, dönüşümü ve aynı zamanda insanlığa dayalı çifte standardının güzel bir kişilik örneğini görüyoruz.
Dolayısıyla bugün İstanbul seçimleri, buna bağlı Büyükçekmece ve Maltepe'de; siyasal gücü muhafaza etmek uğruna demokrasimize yaşatılan zulme şahit olunca; geleceğimizde iktidarda kalabilmek uğruna savunmaktan vaz geçebilecekleri değerler ile işbirliğine girebilecekleri dış güçler aklımıza geliyor.
Dolaysıyla karamsar olmamak mümkün değil. Hele bunlar bir de cumhur ittifakı marifeti ile siyasal İslamcılığa evrilmiş Türk milliyetçilerini de yanlarına alınca, akıbeti onlara göre belli ama bizce meçhul olan bir yolculuktayız. Aklımızı başımıza alıp bu "Millet ittifakı"nın kadir kıymetini bilmemiz gerekiyor.
Klasik anlamda, siyasal İslamcı zihniyet ile baş başayız. Bu zihniyet için millet, vatan, coğrafya kavramlarının hiç bir önemi yoktur. Onlara göre çok zorda kalırlarsa "Hicret" ederler olur biter. Esir kalsalar bile seccadelerini serip namaz kılabilecekleri bir yer gösterilsin yeter. Onun içindir ki; Süleyman Şah türbesinin yerinden taşınması, Ege'de Yunanistan tarafından işgal edilen; bazılarının da Aydın kütüğünde kayıtlı olan 18 adanın Yunanistan tarafından işgal edilmesini milli bir sorun olarak görmediler.
Bütün meseleleri "İslam"ın üzerine oturttukları tahta yayılarak oturup, tüm siyasal güçlerini konsolide ederek iktidarlarını sürdürmektir. Bu gücü korumak adına gerekirse bir iç savaşı, Karbela'yı dahi göze alabilirler.
Ülkücülerin kimlerle siyaset yapabileceği inisiyatifi Balgat'ın uhdesinde değildir
Balgat biatcıları topluma öyle bir peşin kabul işliyorlar ki; sanki ülkücülerin en doğal kabul edilebilir işbirliği yapabilecekleri parti AKP'miş gibi.
Hadin oradan; cumhuriyet tarihinin en büyük ihanet şebekesini devlete yerleştirip sonra da onlarla işbirliği yapan ve ihanetleri hiç kesilmemiş "Sağ" ve "Siyasal İslamcılar"la işbirliği yapmak her bir ülkücü için zul olmalı.
Artık anlaşılan o ki; bu kutsal dava tek bir kişinin iradesine teslim edilecek kadar yükü ve sorumluluğu hafif bir dava değildir.
Konjonktürü okumasını bilen, öz güven sahibi her ülkücü yine içinde bulunduğu veya bulunacağı konjonktürde kararını verip gereğini yapacaktır. Bugün için bu anlamda özgür düşünen en azından bir kısım ülkücü İYİ PARTİ'yi ete kemiğe büründürmüş ve alınan sonuç; ülkücülerin de günahına ortak edilmek istendiği "Tek adamlı partili Cumhurbaşkanlığı sistemi"nin müsebbibi olanların burunlarının sürtülmesini sağlayan bir ittifakın oluşmasını sağlamıştır. Yarın İYİ PARTİ de kadir kıymet bilmezse; ona karşı da gerekli tepki gösterilecektir. Çünkü İYİ PARTİ kurmayları biliyorlar ki; parti kuruluş meşruiyetini bu temel sorgulama kültürüne dayanarak elde etmiştir.
Suriyeli göçmenler
Ülkemizdeki Suriyeli göçmenlerle gönül bağı kuranlar, onların ülkemizdeki varlıklarından hoşnut olup, destek verenler; kurulacak bir fona yatırılmak üzere çalışanlar işverenlerine, emekliler de maaş aldıkları bankalara talimat vererek; maaşlarından kendi belirleyecekleri kesintilerle biriken fondan masrafların karşılanması yoluna gidilebilir. Böylece yapılan yardımlar gönül rızasına dayanmış olacağından, üzerinden yapılan tartışmalar da sona erecektir.
Böylece benim adıma ahkam kesenler; kendi ceplerinden çıkana güvenerek ahkam kesmiş olacaklardır.
'Millet ittifakı''nın yarattığı sinerjinin yansımasını nasıl okumak lazım
Önce AKP, yakın zamanda da Cumhur ittifakının bu ülkede yaşanmasının müsebbibi oldukları musibetlerin bir hayrı olmuştur o da; 12 Eylül 1980 öncesi karşı karşıya geldiklerinde gırtlak gırtlağa kavga eden ülkücü ve ideolojik sol kimliğe sahip yeni iki belediye başkanı; ilk icraatları olarak AKP'li belediye başkanları tarafından yerlerinden sökülen "TC" tabelalarını tekrar yerlerine çakmaları olmuştur.
Buradaki geçek; iki görüşün düşünen, okuyan, yazan entelektüellerinin empati yapmaları ve bu öz güven çıkışını yine kendi camialarının zihinlerine nakşetmiş olmalarıdır.
Şüphesiz bu empati kültürünün temeli; ideolojik taassupları terk ederek "Güzel ahlak temelli, vatan ve millet sevgisi ortak paydası asgari müştereğinde bütünleşme"ye dayanıyor.
Bu "Milli çizgide siyaset" zeminin oluşmasına katkı adına "Sağ ve siyasal İslamcıların ihanetlerini göre göre, solu anlamaya başladım" şeklinde ürettiğim slogan ile empati yolunu açmaya çalışmıştım. "Millet ittifakı" ruhunun da bu anlayış üzerine bina edilmiş olmasından son derece mutlu oldum.
Muharrem İnce CHP'ye soracağı soruyu Nagihan Alçı aracılığı ile soruyor
Muharrem İnce TV programındaki Nagihan'a twit atıyor, diyor ki; "CHP'yi Kürtlere teşekkür etmeye davet ediyorum"
Değerli dostlar bu seçim sürecinde çok gariptir ki; tuhaf bir dil kullanıldı. Neredeyse, Türk "Milliyetçisi" Devlet Bahçeli başta olmak üzere siyasiler tarafından "Kürt vatandaşlara teşekkür" etme kuyruğuna girilerek, adeta yeni bir siyasi gelenek oluşturuldu.
Bence bu ayrımcılığa ilk önce itiraz etmesi gerekenler; bu ülkenin asli unsuru Türk milletinden olan Kürtler olmalıdırlar. Kendilerini azınlık statüsüne sokan bu dile kesinlikle itiraz etmelidirler.
Muharrem İnce, CHP bir hata yaparak seni Cumhurbaşkanı adayı yaptı, tekrar senin aklına uyarak ikinci bir hatayı yapmayacaktır. "Kürt vatandaşlarımıza teşekkür ederiz" demek fitne ve fesata davetiyedir. Hem ulus devlet olma iddiasında olacaksın, hem de iyi niyete binaen de olsa; millet bütünlüğünü ayrıştıracak dili kullanmak çelişkidir.
Bu devletin kurucularının ete kemiğe büründürdüğü CHP'nin ilk genel başkanı Atatürk eğer Kürtleri Türk milletinden ayrı görmüş olsaydı; T.C Devleti kurulduğunda esas kendisi ayrıca Kürtlere teşekkür etme ihtiyacı duyardı, duymadı; çünkü onları Türk milletinden hiç bir zaman ayrı görmedi.
Senden hiç bir halt olmaz; hele ki CHP genel başkanı hiç olmaz. Sana Kılıçtaroğlu bir şans verdi ama sen değerlendirmesini bilemedin. Bir de İstanbul Belediye Başkanı adayı olmak istemiştin. Allah korumuş.
Meral Akşener Recep Tayyip Erdoğan'a soruyor
"Fetö ile mücadele komisyonu bilgime baş vurmak üzere şahsıma davetiye çıkarıp, sonra da evime ulaştırılmak üzere davetiye yoldayken; hangi saiklerle bana ulaşmasına mani olunuz"
Devam ediyor;
"Senin cemaate hiç bir zaman yakın olmadığını, hatta karşı olduğunu biliyorum. Peki bu cemaatin mensuplarını yargıya, emniyete ve orduya yerleştirilmesini senden kim ya da kimler istedi, kimler seni o masaya oturttu.
Bu sorumuzun cevabını verme zorunluluğu ile yüzleşmekten korktuğunuz için mi; İYİ PARTİ'nin vermiş olduğu iki önergeye de küçük ortağınız ile red oyu verdiniz"
Devam ediyor;
"AKP'nin kurulması çalışmalarına yönelik ilk toplantı benim evimde yapıldı.
O zamanlar çok iyi biliyorum ki; zamanın" cemaat"i, şimdinin de "fetö"sü denen yapıya çok mesafeli ve karşıydın.
Şimdi soruyorum; kim ve hangi güçler sizi o yapı ile masaya oturttu. İYİ PARTİ olarak fetö'nün siyasi ayağının ortaya çıkarılması önergesine küçük ortağınız ile red oyu vermenizin temelinde; siyasi ayağının içinde kendinizi bulmanız mı var. Lütfen açıklayınız"
İYİ PARTİ ülkücüler ve Balgat(MHP demiyorum)
Maalesef "Kurumsal iradesi gasp edilmiş MHP" siyasal İslamcıların önce devleti ele geçirme, (Fetö kumpasları ile başardılar) sonra da onların fantezilerine yönelik değiştirme ve dönüştürme sürecine payanda yapılıyor.
Özgür ve demokrat düşünceli Türk milliyetçileri buna itiraz etmek adına; MHP'nin gasp edilmiş kurumsal kimliği ile bu sürece mani olunmayacağı düşüncesinden hareketle en azından bir kısmı olarak İYİ PARTİ projesini geliştirdik.
Şimdi zaman aktıkça niyetler tek tek tek hasıl oluyor.
Andımızın; çocuklarımızın körpecik yüreklerinde Türklük şuurunun yeşermesi ve yerleşmesi için okullarımızda tekrar okutulması konusunda kurumsal iradesi gasp edilmiş MHP'nin tavrına da; İYİ PARTİ nin tavrına da Tüm Türk milliyetçileri hep beraber şahit oluyoruz. MHP'nin "Andımızın" tekrar okutulmasına mani olmasının; "Oturan Boğa"nın kişisel egolarını tatmin etmenin dışında izah edilebilir başka bir tarafı var mı. TC'lerin söküldükleri yere tekrar çakılmasına mani olacak yine o malum şahsın "Ego"sunu tatmin etmenin dışında ne olabilir.
Temel varlığı, kuruluş gerekçesi Türk milliyetçiliği üzerine bina edilen bir parti, yani MHP; nasıl olur da daha önce "Siyasal İslamcıların" kaldırdığı Andımızın tekrar okutulmasına ve yine aynı zihniyetin yerlerinden döktüğü TC'lerin söküldükleri yerlere tekrar çakılmasına karşı çıkar. Hangi akıl sahibi, düşünen insan bunu bize izah edebilir.
İYİ PARTİ yüzünden MHP orada onu kaybetmiş, burada şunu kaybetmiş hikayelerinden gına geldi. Bırakın siz onu bunu da; Türk milliyetçilerinin iktidarına engel olmuş ve MHP'nin kuramsal iradesini gasp etmiş Balgat mukimi ve avenesinden MHP'yi kurtarmaya bakın. Bunu başardığınız an tüm İYİ PARTİ camiası sizin yanınızda olacaktır şüpheniz olmasın. Ama bu arada sanki son üç yılda MHP iktidar olacaktı da; İYİ PARTİ kuruldu da buna mani oldu gibi Balgat mukimi ve avenesinin Türk milliyetçilerini; içine sürükledikleri kaotik ortamın müsebbibi gösterme gayreti kin ve öfkesini de anlamak mümkün değil.
Daha ne istiyorsunuz; MHP önce AKP'ye entegre sonra da asimile olması sağlanıp, iki kutuplu/partili sistem devreye girdiğinde; yine Türk milliyetçilerinin projesi olan İYİ PARTİ varlığını sürdürüyor olacaktır.
Ekrem İmamoğlu'nun kişiliğine ''Tehdit ediyor'' iftirası oturmaz
İmamoğlu'nun ne kişiliğine ne de duruşuna; birilerini tehdit ettiği şeklindeki saptırma çirkefliğiniz tutmaz tamam mı.
Ama sizin "Alo Fatih hattı" ile şu anda koruma altına aldığınız basın kuruluşunu tehdit ettiğinize geçmişte şahit olmuştuk. Ancak ne gariptir ki; o gün TV'ye çıkarılmasından rahatsızlık duyup eleştirdiğiniz, aşağılayıp, hakaret ettiğiniz insanla bugün sarmaş dolaş iç içesiniz. O da, siz de ne güzel birbirinizi bulmuşsunuz. Ne denli ahlak temelli bir aşk hikayeniz var değil mi(!)
İmamoğlu'nun ahlakı toplum nezdinde tescil edilmiş ancak sizin ne kadar ahlaksız ve edepsiz olduğunuzu; İmamoğlu'nun sözlerini ne derece saptırmakla göstermiş oldunuz hünerinizden belli.
Bir ülkeyi yönetme konumda olacaksınız, sonra da İmamoğlu'nun sözlerini; amacını aştırarak, çarptırıp toplumu hiç umursamadan sorumsuzluk örneği ile siyasi rant uğruna gereceksiniz. İşte bu sorumsuzluk örneklerinizdir ki; Türk milleti "Millet ittifakı"nı tercih ederek, mahalli seçimler kanalı ile gücünüzü kırdı ama tahammülsüzlüğünüz davam ediyor. Kolay değil elbette; 25 yıllık rant kapısının bir gecede elden kayıp gitmesi söz konusu.
İYİ PARTİ açısından seçim analizi
Bir kısım insanlar İYİ PARTİ'de Genel Başkan Meral Akşener otoritesini sarsmak ve de; muhtemel siyasi yapılanmalara İYİ PARTİ'den malzeme aşırmak, bir kısım insan ise sadece İYİ PARTİ adına tescil edilmiş bir başarıyı görmek arzusundan olsa gerek; İYİ PARTİ'nin bu seçimde başarısız olduğunu ifade ediyorlar.
Bu mahalli seçimlere kısmen ittifaklar adına, kısmen de partiler adına girildiği için sonuçları hiç bir parti kendi hanesine başarı veya başarısızlık olarak yazamaz.
CHP İzmir hariç; İstanbul, Ankara, Adana, Mersin, Antalya'yı örnek alarak veriyorum; bu şehirlerde tek başına girseydi belediye başkanlıklarını alabilecek miydi; elbette hayır. Ancak CHP'nin bardağı bir damla kalana kadar doldurmasından sonra, İYİ PARTİ'li seçmenin son damlayı da ilave etmesi ile seçimlerin kazananı millet ittifakı olmuştur. Olup bitenleri bir de bu pencereden bakmak, görmek lazım.
İYİ PARTİ de, CHP de seçime ülke genelinde ayrı ayrı girmiş olsalardı; İYİ PARTİ yine hiç bir şehirde belediye başkanlığını kazanamayacak, CHP de İzmir gibi açık ara kuvvetli olduğu illerde kazanacaktı ama pek değişen bir şey olmayacaktı.
Dolayısıyla, şekerin bir baklavada hacim olarak varlığından veya tuzun bir yemekte hacim olarak varlığından ziyade fonksiyonları ne ise İYİ PARTİ'nin millet ittifakındaki konumu da o olmuştur. Baklavaya da, çorbaya da tadı veren malzemelerin birbirlerine uyumu ve oranıdır.
İYİ PARTİ başarılı bir süreç götürmüş olup, bu başarının büyük bir ekseriyatı da Genel Başkan Meral Akşener'e aittir. Parti kurmaylarını pek heyecanlı görmedim; olsa da olur, olmasa da olur şeklindeki bir tavır içinde izledik kendilerini. Bu da taban olarak gözümüzden kaçmış değil. Meral Hanım, sürdürdüğü strateji ile taban nezdinde güvenini tazelerken, aynı zamanda aday tespitinde inisiyatif tanıdığı kurmaylarını da izleme ve değerlendirme fırsatını bulmuş oldu. Dolayısıyla, parti içinde bundan sonraki süreçte, Meral Hanım'ın kendisine olan bu sahiplenme ve teveccühün değerini bilip, hiç bir şekilde atama yönetimlere gerek duymadan, tabandan gelen, hür iradeye dayanan yeniden teşkilat yapılanmaları için kongreler sürecini başlatması gerekir. Kendi kurmay heyeti dahil olmak üzere herkesin tabandan gelen iradenin sınavından geçmeleri gerekir ki; parti kurumsallaşmasını tamamlayabilsin. Bu süreç başlatılmazsa, İYİ PARTİ'nin geleceği için olumlu şeyler söylemek mümkün değil.
Mehmet Soral
soralmehmet{a}gmail.com
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.