Adalet, Siyaset, Hukuk...
Son günlerin gündemleri olan Ümit Özdağ'ın ‚Mansur Yavaş çıkışı, hdp'li Paylan'ın sözde ‚soykırım' kışkırtması, Tanrıkulu ve Babacan'ın 1915 duyarlılıkları bugün Kavala Davası'ında çıkar kararla biraz geri plana iteklenmiş görünüyor.
Sanki büyük bir sansasyonmuş gibi Kavala'ya ‚oh oldu' diyenler ile Kavala'ya sahip çıkanlar kararı tartışmaktalar. Ve, istisnaları tenzih ederek söylüyorum, iki taraf da bence olaya yanlış bir açıdan bakıyorlar.
Peşinen söyleyeyim;
Hayır, Osman Kavala benim kardeşim veya yaşı gereği benim ağabeyim falan değil.
Kendisi ile nasıl kan bağım yoksa, medyadan takip edebildiğim kadar dünya görüşümüz ve fikrimizin de o kadar az uyuştuğunu düşünüyorum.
Lakin bunun bir önemi yok.
Çünkü asıl mesele bu değil.
Asıl burada tartışılması gereken bütün davanın ve verilen kararın artık ülkemizde bağımsız bir adaletten bahsedemeyeceğimizi tekrar tüm çıplaklığı ve çirkinliği ile gözler önüne sürmesi.
Aslında bu dava çok iyi bir fırsattı.
Osman Kavala'nın fetö ile bağlantısı olup olmadığını, varsa ne nerece olduğunu,
gerçekten ülkesine karşı dış güçler lehine faaliyetlerde bulunup bulunmadığını,
2010 referandumunda ‚Yetmez ama derken', Ergenekon ve Balyoz'da sergilediği tavrı ve bu tavrın sonradan değişip değişmediğini,
Barış Pehlivan'ın iddia ettiği gibi sonradan Can Paker ile ters düşüp düşmediği,
Çetin Doğan'ın damadı Can Rodik ve kızı Pınar Doğan'ın Balyoz davasında sunulan sahte delillere dikkat çekmeleri için basın toplantısını neden düzenlediği,
kendisinden gerçekten Nazlı Ilıcak'ın yayımladığı ‚af dileme mektubu' tarzında bir mektup yazmasının istenilip istenmediği ve bir çok çok başka yakın geçmişimizi ilgilendiren önemli sorular bu davada aydınlığa kavuşturulabilirdi.
Oysa iktidar bu davayı kendi çıkarına kullandı.
Günümüzle kıyaslandığında Gezi Protestoları'nın gerçekleştiğinde Türkiye'ye hakim sosyo ekonomik ortam iktidar için çok daha elverişli olduğu söylenebilir.
2001 krizi sonrası IMF ile yapılan anlaşma sayesinde hayata geçirilen icraatlerin tam olarak meyvesini verdiği, ülkenin yıllardır görmediği bir ekonomik istikrar ve refah ortamından bahsetiyoruz.
O tarihlerde USD/TRY paritesi ortalama 1,90'larda, Suriye Savaşı başlamış ama mülteci sorunu bugün olduğu gibi henüz ayyuka çıkmamıştı.
Çözüm veya Açılım Süreci diye adlandırılan felaket ise uzun yıllar süren hazırlık ve alıştırma döneminden sonra yeni yeni hayata geçiriliyor, nasıl bir facia ile sonlanacağını iktidar henüz ‚öngöremiyordu(!)'.
Buna rağmen 2013'de halkın doğaçlama tepkisinden oluşan Gezi Protestoları Açılım Sürecinde iktidar ile çok samimi olan bölücülerin de katılımı ile terörist devlet düşmanlarına mal edilerek kamuoyunda itibarsızlaştırıldıysa , bugünkü verilen karar ile tekrar hukuki zeminde de iktidara karşı olan bir tepkiden uzaklaştırılarak, devlet düşmanı bir zemine çekildi.
Ama mesele sadece sonradan Gezi ile hesaplaşmadan çok daha öte bence.
O günlerde Gezi Protestoları gibi tamamen halkın reflekslerine dayanan bir direnişle hazırlıksız karşı karşıya kalan iktidar, halkın tepki vermesine çok daha elverişli olan günümüz koşullarında benzer bir direnişin önünü kesmek için verilen kararla ‚Gezi'yi resmen dış mihraklara ve hainlere mal etti.
Sanıyorum hala aday belirlemeye ihtiyaç duymayan muhalefetin aksine, iktidar önümüzdeki yılın seçim yılı olduğunun gayet iyi idrakinde ve seçim öncesi ve sonrası Gezi benzeri protestoların gelişmesine karşı şimdiden önlem almaya başlamış. Çünkü bugünkü karar ile benzeri bir tepkiye çağıran ve katılan herkesin konulacağı konum verilen karar ile belirlenmiş bulunuyor.
Gerçi muhalefetin rahatlığına bakarsak, seçimi kaybettiklerinde her hangi bir tepki verebileceklerine, daha doğrusu vermek istediklerine inanasım gelmiyor, ama ola ki, halk tekrar bir doğaçlama direnişte bulunursa diye bir hazırlık olabileceğine inanıyorum.
Bu olayın siyasi boyutu.
Elbette bir hukuki boyutu da var.
Hukuğu değilim ama bu şekilde sürdürülen davaların toplumun adalet algısına büyük zarar vermesi bir yana bir de uluslar arası zeminde ülkenin itibarına büyük zararlar verdiği kanaatindeyim.
Bir ülkede adalet sistemi bağımsızsa, ki olması gereken budur, hukukun verdiği karar ne iç siyasete, ne dış siyasete kurban edilemez.
Onun için Rahip Bronson veya Kavala veya benzeri kararlar ülkenin ‚Hukuk Devleti'ndan gittikçe uzaklaştığının göstergesidir.
Lütfen yanlış anlaşılmasın,
ben yabancıların isteğine göre karar verelim demiyorum.
Aksine.
Kendi kanunlarımız doğrultusunda verilen karara ne iç ne de dış güçler karışamasın diyorum.
Başta da dediğim gibi, Osman Kavala'ya sempati beslediğim söylenemez.
Benim üzüldüğüm Kavala'nın şahsı falan da değil, hukuk sisteminin geldiği nokta.
Adalet iki yanı keskin kılıçtır.
Belki bugün tek tarafı ile vurur ama emin olun gün gelir kendinize yönelik tarafı ile karşı karşıya gelirsiniz.
Onun için kimseye adaleti haram etme gibi bir düşüncem yok.
Böyle bir yaklaşımın doğru olmadığı kanaatindeyim.
Çünkü adaleti haram edersem ancak adaletsizlere yarar.
Oysa ben, adaletsizliği yapanların kime karşı yapmış olurlarsa olsunlar adalete hesap vermelerini ve cezalandırılmalarını umuyorum.
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.