ARIZALI ''FETÖMETRE''
Hainlikle itham edilip, şehitlikle aklanmak; sonra da al bayrağa sarılıp toprakla kucaklaşmak.
Bugün toprağa verilen şehidimiz için ne bahtsızlık değil mi. Bu garabeti şehidimize yaşatanlar için ise ne utanılası bir durum.
Hain dediğin ismi polislikten atacaksın. Yani devletin kendisine güvenini kaybettiği için kamu hizmetinden uzaklaştıracaksın. Burada bir çelişki söz konusu değil.
Peki aynı güvensizliği doğaldır ki askerlik yaparken de üzerinde taşımaya devam edecek olan bir insanı cepheye niçin sürüyorsun. Bu bir çelişki değil mi.
Dolayısıyla fetö nedir, terörist nedir, hain nedir, puşt nedir; bu kavramları gözden geçirip yeniden bir tanım mı yapmak lazım(!) Ne yapılacaksa yapılsın ama ortada garabet bir durumun varlığı söz konusu.
Adam fetö üyesi ise; teröriste silah verip nasıl askerlik yaptırıp, namusumuzu şerefimizi korumakla görevlendirirsiniz; şerefli bir asker olacak vasıflarda görüldüyse aynı kişi niçin tekrar KHK ile polislik mesleğine iade edilmemiştir.
Bu fetö meselesinin anlaşılan "fetömetre"sinin " Vicdan ayarı"nda bir yanlışlık var arkadaş. Adama teröristin deyip, elinden silahını alacaksın ama yine bir başka kamu güvenlik kurumu olan askerlik görevi için tekrar eline silah vereceksin.
O yiğit delikanlı gitti şehit oldu. Ruhu şad mekanı cennet olsun olsun. Ya siz; vicdan ayarı bozulmuş muktedirler; Allah'a nasıl hesap vereceksiniz.
Cumhuriyet Değer ve kazanımlarını koruyan vesayetin yerine siyasal İslamcı vesayeti oturtma düşüncesi
Özellikle Ergenekon ve Balyoz kumpasları ile başlayıp 15 Temmuz ihanet süreci ile devam etmekte olan zaman diliminde; çevremde olup da tanıdık bildik tüm rütbeli askerler hakkında şu veya bu şekilde soruşturma açılmış, görevlerinden uzaklaştırılmış oldukları konusunda bir gözlemim sözkonusu; ya sizlerin.
Bu gözlemime binaen "Bu kadar tesadüf olabilir mi" sorusu aklıma gelmiyor da değil. Çünkü AKP; kuruluş meşruiyetini ve süregelen güçlü iktidarını geçmişten gelen ordu vesayetinin demokrasimize dayattığı yaptırımlardan dolayı milletin bu vesayetten hesap sorması olarak görüp, anlatıp; propagandalarını bu minvalde yaptılar
Dolayısıyla, diyorum ki; şahsen bu kadar da tesadüf olduğunu "Sanmadığım" yukarıda konu ettiğim, aslında cumhuriyet değer ve kazanımlarını koruma refleksi olan ama AKP ve siyasal İslamcıların "Ordu vesayeti" dedikleri; meşruiyeti Cumhuriyetimizin kurucu iradesi "Ordu millet" iradesine dayanan bu refleks halini ığdış edip yerine "Siyasal İslamcı" kendi vesayetlerini oluşturup, sonra da oturtma düşüncesi olabilir mi. Neredeyse ordumuzda belli bir dönem öncesinden gelen rütbeli askere rastlayamayacağız gibi.
Askerlik yasası ve düzenlemesinde yapılan her türlü değişiklikler adeta bu şüpheme meşruiyet kazandıran özellikler taşıyor. Yeni düzenlenen askerlik sisteminin gençlerde yarattığı ruh hali, maalesef eğlenceli asker uğurlamalarını da ortadan kaldırdı. Çünkü süregelen, geleneksel o ruh halini öldürdüler. Gençlerdeki böyle bir ruh halinin "Ordu millet" tanımına uymayacağı aşikar.
Tanrı Türk'ü ve O'nun ordusunu her daim var edip, muzaffer eylesin.
Katil Esad ile masaya oturmak istemiyorsak ABD ile niye...?
"Cemaat" (Fetö) sunumu, ABD paketlenmesi ile ülkemiz siyasetine damardan enjekte edilen AKP ve O'nun lideri; hiç bir zaman kan dökmekten çekinmemiş, hep eli kanlı katil olmuş ABD ile her türlü görüşme ve işbirliğini devam ettirmiştir. Yani ABD'ye "Eli kanlı bir devletle BOP projesi için eş başka olmam" dememiştir.
Ancak ne var ki; eli kanlı ABD'nin BOP projesi gereği eş başkanı olma hasebiyle "Esad"a eli kanlı "Esed" dendi ve bundan hiç bir şekilde vaz geçilmediği gibi Suriye'de Arap Baharı operasyonu için de meşruiyet olarak görüldü. Muhalefetimizin bütün ikazlarına rağmen Suriye ile ikili görüşmelere gidilmediği gibi katille işbirliği istendiği şeklinde ağır ithamlarda bulunuldu. Oysa aynı insanlar yani devletimizi yönetenler dünyanın tescilli eli kanlı katil devleti ABD'nin BOP projesi eş başkanı olmaktan imtina etmediler.
"Eli kanlı Esed ile görüşmem" inadının temelindeki esas gerçek; Büyük Orta doğu Projesine sadakatle bağlılıktır. ülkemizin terör sorununun katlanarak bugünkü seviyesine gelmesine neden olan da bu inat olmuştur.
AKP iktidarının 2002 yılında sıfır noktada aldığı terör olayları; BOP projesinin nihai amacı doğrultusunda ülkemizle ilgili istenen amaca yönelik kıvamın tutturulması o da yetmeyip meşruiyet kazandırılması için ülkemiz içinde bulunduğu terör sarmalına adeta bilerek ve istenerek taşınmıştır.
Peki Rusya bu işin neresinde; göbeğinde şüphesiz. ABD sel akıtıyor, yakıyor yıkıyor Rusya da selden kütük kapıyor, biz ise yaratılan sel ile harap olmuş bağ ve bahçelerimizi izlemeye devam ediyoruz. Bu süreçten ise neredeyse hiç zayiat vermeden en kazançlı çıkan Rusya olmuştur.
Putin; adeta hesabı, kitabı yapılarak, tam donanımlı olarak KGB'de başlayan bilinçli bir süreçle yetiştirilmiş gerçek Rus milliyetçisi bir devlet adamı olup, BOP projesini; kurgulayanların aleyhine kendisinin de lehine çevirmeyi başarmış bir adamdır. İşte Rus devletini böyle bir devlet adamı yönetirken bizleri de; siyasi olarak kendisini en güçlü hissettiği günlerde Türk milliyetçiliğini ayakları altına almış bir devlet adamı yönetiyor.
Dolayısıyla, benim Türk milliyetçiliğimi ayakları altına almayı aklından geçirmiş, dili ile de ikrar etmiş bir devlet adamının; ülkemin içinden geçmekte olduğu sürecin Türk milliyetçiliği motivasyon kaynağına en çok ihtiyaç duyulan bir süreçte, Türk milliyetçiliği atraksiyonlarına girişmiş olmasına kanmam, kendi siyasi durumunu kurtarma refleksi olarak görürüm. Bu ruh halini iyi tanır ve bilirim; hiç bir zaman güvenmedim, güvenmemeye de devam edeceğim.
Yandaşlar sürekli malum mektubun üzerimizdeki ağırlığını ve ezikliğini hafifletme çabası içindeler. Mektubun iade edileceğini söylüyorlar. Ancak anlayabildiğim kadarıyla muhterem mektubu değil ekini sorun yapacak ve soracaktır "Bu nedir" diye. Çünkü mektubun mahiyetinde, kendi özelini ilgilendiren bir durum söz konusu, dolayısıyla konuyu deşmek işine gelmez.
Trump'a "Mektubunu da mahiyetini de üslubunu da aynen sana iade ediyorum" şeklindeki bir tepkiyi göstermek öz güven ister. Peki öyle bir öz güven var mı; hayır. Zaten böyle bir öz güven olsaydı 13 Kasım görüşmesinin anında iptal edilmesi düşünülürdü.
Ahan da buraya yazıyorum; mektubun iadesi falan olmayacak ama yandaşlar PYD generali terörist Mahsun Kobani denen adamın isminin tartışılmasını mektubun iadesi yapılmış gibi anlatacaklardır.
Hep ''Esed Esed'' dediniz durdunuz ne oldu yine ''Esad''a döndük mü.
Muhalefetin ilk dediği noktaya gelindiğini itiraf edecek içinizden bir delikanlı çıkacak mı bakalım. Üstelik 40 milyar dolarımız da cebimizde kalacaktı.
Ruslar ile ortak devriye yapacağız. Artık "Esed" denmeyecek "Esad" denecek; anlaşılan bu. Sevindirici bir durum.
Bu arada "Suriye Milli Ordusu" denen unsur ne olacak. Ülkemizde dinlenmeye mi alınacaklar. Aman dikkat edelim; sonra onlar da lahmacun ısmarladıklarımızdan olmasınlar.
PYD/YPG'ye bizim dışımızda sadece Esad terör örgütü diyor değil mi. Yani her iki ülkenin güvenliği için ortak bir sorunumuz söz konusu. Oysa biz O'na "Katil Esad" değil, gel şu ortak sorunumuzu beraber halledelim diyebilirdik.
Rusya ile de; ABD ile de Suriye toprakları üzerinde ortak çıkarımız yok, onlar emperyalist devletler olup orada bulunuyorlar, biz ise komşuyuz. Ah o BOP projesi eş başkanı olarak Arap Baharı rüzgarında sörf yapma tutkusu yok mu; işte o arzu ve ego tatmini ülkemizi de, milletimizi de maf etmiştir.
Eğer biz "Komşu komşunun külüne muhtaçtır" atasözümüze değer verip, zerre kafa yorsaydık; komşuluk hukuku çerçevesinde Suriye ile pekala anlaşabilir, hatta demokrasilerinin gelişimine katkıda bulunabilirdik. Aksine, olamadığımız gibi kendi demokrasimiz nitelik olarak çok şey kaybetti.
Mehmet Soral
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.