Asli Kurucu İktidar veya V. Cumhuriyet

images

"İmkân bulabildiğim bu mecrada yazdığım her yazıyı, hakkında sayısız yazı eklenen gündelik ve dönemsel gündemlerden uzak tutmaya çalışıyorum. Yazmaktaki niyetim; parçası olmaktan her daim içten içe iftihar ettiğim Türk Milleti'nin temel gördüğüm sorunlarını vurgulamak, bilgim çerçevesinde tartışarak çözümler önermektir. İçinde bulunduğumuz yüzyılın daha yaşanmamış 79 yılı, yaşanmayı bekliyor. Atalarımızın ve şehitlerimizin büyük fedakarlıklar gerçekleştirerek bize bıraktığı bağımsız, laik, Türk devletlerini, birleştirip muasır medeniyetlerin üstüne çıkararak, gelecek soydaşlarımıza bir "Türk Yüzyılı" armağan edebiliriz."

Yaklaşık beş ay önce yazdığım en son yazımda askerlik yaparken bir er gözüyle ordu içerisinde gördüğüm aksaklıkları, eksiklikleri ve israfları ifade etmiş, kendimce çözümler önermiştim. Yazımın son paragrafında ise, ordu gibi mühim kurumların sorunlarına Türkiye seçmeninin duyarlılık göstermediğini, siyasi partilerin politika geliştirmediklerini, geliştirecek olanların iktidar olamayacaklarını, olsalar bile baskı güçlerine rağmen politikalarını gerçekleştiremeyeceklerini, sadece yüzeysel birtakım ıslah çalışmalarında bulunabileceklerini, ihtiyaç duyulan "yapısal reformları" yapamayacaklarını iddia etmiştim. Hatta iddiamı daha ileri götürerek Türkiye'nin tali iktidarlar ile hiçbir ciddi meselesini halledemeyeceğini, bu meselelerin ancak ve ancak asli kurucu iktidar ile halledilebileceğini belirtmiştim.

Bu uçta iddiamı güçlendirmek için de şu misali vermiştim: Türkiye'de, bütün sorunlara en akılcı ve en gerçekçi çözümleri sunan, ehliyet ve liyakati farz bilen, daha önce hiç siyasete girmemiş, ahlak abidesi şahsiyetlerden oluşan siyasi bir partinin kurulduğunu düşünelim. Bu ideal partinin hiçbir ittifaka katılmadan seçimlere girdiğini ve bütün seçimleri açık ara farkla kazandığını varsayalım. Bu parti, memleketin bütün sorunlarını samimiyetle ve demokrasinin gerekleri ile çözmeye niyetlense bile, nihayetinde bir tali iktidar olduğundan anayasa tarafından kısıtlanacaktır. Parti, ülkeyi dönüştürecek ve kalkındıracak bir politika uygulamak istediğinde, kendinden önceki kurulu erklerle (TSK, yargı, bürokrasi, diplomasi vb.) mücadele edecektir. Parti, hangi tutumu takınırsa takınsın sırf ideolojik, ekonomik, şahsi meselelerden ötürü baskı güçleriyle (siyasi partiler, basın, sendika, stklar vb.) çekişecektir. En önemlisi parti, izlediği her politikada bir daha ki seçimleri kazanmayı düşüneceğinden ülkeye fayda sağlayan politikalardan ziyade, oy getiren politikalara ve söylemlere yönelmek zorunda kalacaktır. İşte tüm bu saydığım ve sayamadığım nedenlerin toplamından ötürü, bu parti ülkede istenen değişimi sağlayamayacak, refaha erdirecek kalkınmayı gerçekleştiremeyecektir (Demokrasi tarihimizde Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi, AK Parti bu misalimizin tecrübeleridir). Bu verdiğim misal her tali iktidarın kaderidir.

Mamafih, Türkiye'nin çözüm bekleyen acil ve köklü toplumsal sorunları yine çözülemeyecek, bir çığ gibi büyümeye devam edecektir. Türkiye, bu makûs talihini ancak akılcı ve gerçekçi bir cemiyetin, asli kurucu iktidarı eline almasıyla yenebilir. Bu yazımda Türkiye'nin acil ve köklü sorunlara çare olarak sunduğum asli kurucu iktidarın gerekliliğini anlatacağım.

Günümüz Türkiye'si, her kesimden münevverinin vurguladığı gibi büyük bir toplumsal buhran içerisindedir. Toplumun sözleşmesi olan anayasa askıya alınmış, örgütlenmesi olan bütün devlet kurumları –silahlı kuvvetler, yargı ve eğitim dâhil- milliliklerini, tarafsızlıklarını, ehliyetlerini yitirerek siyasileşmiş ve etkisizleşmiştir. Toplumun yaşam alanı olan yurdun her türlü yer altı-üstü kaynakları, doğal güzellikleri ve kültürel mirası sistematik ve kitlesel olarak yağmalanmıştır. Toplumun zamkları olan mitler, tarihi şahsiyetler, bayramlar, nişaneler, ülküler olabildiğince ideolojikleştirilerek toplum, bir dağılma eşiğine gelmiştir. Maarif, yalnızca temel bilgilerin öğretildiği ve vasat bir mesleki eğitimin verildiği yer halini almıştır. Özellikle Haziran 2007 ile Nisan 2017 yılları arasında meydana gelen olağandışı siyasi, iktisadi, askeri ve içtimai olaylar, toplumu görece şehirli, eğitimli, seküler kesim ve taşralı, eğitimsiz, mütedeyyin kesim olarak birbirine düşman iki kutup haline getirmiştir.

Ülkenin içinde bulunduğu bu vaziyeti, muhalefet partilerinin veya muhalif şahısların iddia ettiği gibi sadece mevcut iktidar partisinin yanlış veya hatalı politikaları olarak görmek, sığ bir değerlendirme olacak ve hakiki meseleye nüfuz etmekten alıkoyacaktır. Ülkenin içine düştüğü bu hâl, mevcut iktidar partisinin yanlış ve hatalı politikaları olmakla beraber, ta I. Meşrutiyet'ten beri süregelen 150 yıllık toplumsal çekişmenin, Alman deyimiyle kulturkampf'ın günümüzdeki dışavurumudur. Toplumun yarı yarıya bölündüğü İstanbul Sözleşmesi tartışmaları, bu kültür savaşına güzel bir örnektir (İstanbul Sözleşmesi Yaşatır).

Türkiye, kabaca 100 yıllık meclis deneyimine rağmen hala insan hak ve özgürlüklerini temel alan, ülkenin iç ve dış şartlarını göz önünde tutan, dönemsel ve ideolojik dayatmalardan azade, akılcı, gerçekçi milli bir anayasa yapamamıştır. Yapamadığı içindir ki, geçmişte birkaç defa toplumsal iflas yaşamıştır. Geçmişte yaşanan bu iflaslar, Türk Milleti'nin tabii asli kurucu erki olan ordunun doğrudan müdahaleleriyle görece kansız aşılmıştır. Ordu eline aldığı her asli kurucu iktidar ile yeni bir rejim kurmuş ve yeni bir anayasa hazırlatmıştır. Bundan ötürü Türkiye'nin bütün anayasaları askeri, olağandışı, dönemsel ve tepkisel olmuştur. Bu tepkisellikten ötürü kültür savaşı bitirlememiş, şiddetlenerek devam etmiştir. Ülkenin son askeri anayasası da, 15-16 Temmuz 2016 tarihindeki FETÖ işgal girişimine direnen Türkiye halkının asli kurucu iktidarı eline almasıyla bilfiil ilga olmuştur. 16 Nisan 2017 gerçekleştirilen halk oylamasıyla başkanlık demokrasisi kabul edilmiş ve defacto biçimde IV. Cumhuriyet ilan edilmiştir. Ancak iktidar partisinin taban kaybetmesi, gelecek seçimleri kazanma ihtimali artan muhalefetin, parlamenter demokrasi ısrarı, ülkenin bir rejim değişikliği daha yaşayacağını ve kültür savaşının ara vermeden süreceğini kanıtlar niteliktedir.

Türkiye toplumu, kendine has, açık ve net bir sözleşmeden yoksundur. Devlet kurumları her daim eksik, işlevsiz ve içinde sürekli kültür savaşının-tasfiyesinin devam ettiği yerlerdir. Bağımlı, taraflı ve ideolojiktir. Türkiye'de devlet kurumlarının yetkileri olabildiğine geniş ve sorumsuzdur. Devlet kurumları bir kadrolaşma alanıdır. Türkiye'nin memur sayısı, Gürcistan'ın toplam nüfusuna denktir. Türkiye'nin toprakları, denizleri ve gökyüzü kontrolsüz bir biçimde kirletilmektedir. Marmara'da vuku bulan deniz salyası, ülkeyi bekleyen büyük doğa cezalarının küçücük bir sinyalidir. Türkiye'nin 10 bin yılı aşkın uygarlık, kültür hazine birikimlerinin ekseriyeti, geri döndürülemez minvalde yok edilmektedir. Ülke bir deprem ülkesi olmasına rağmen, depreme dair hiçbir önlem al(a)madığı yaşanan her depremle defalarca kez teyit edilmektedir. Ekonomik, demografik yoğunluk hasebiyle özellikle İstanbul, Kocaeli, İzmir ve Bursa şehirleri ciddi bağımsızlık meselesi haline gelmektedir. Anadolu'nun toprakları çoraklaşmakta, şehirleri insansızlaşmaktadır. Türkiye, toplumunun sağlığını Tanrı'ya havale etmiş ülkedir. Yarım yamalak mücadele edilen salgına kadar, evliliklerde, çocuklarda, yetişkinlerde hiçbir zorunlu sağlık taraması yapılmamaktadır. Türkiye toplumu, yurdu gibi kendi sağlığını da koruyamamakta, sigara, alkol ve uyuşturucudan kurtulamamaktadır. Türkiye'nin bütün sorunlarının çözüleceği in, her şeyi düzeltecek muharrik olan maarif, köklü ve vicdansız bir ihtilalle ancak ortalama seviyeye getirilecek durumdadır. Yukarıda belirttiğim gibi Türkiye toplumunu, toplu halde tutabilecek her türlü bağ, gevşemenin ötesinde kopacak derecede gerilmiştir. Ülkenin yüksek gelirli, iyi eğitimli kesimi hızla yurtdışına hicret etmektedir. Gitmek isteyip de gidemeyenlerin sayısı, şaşılacak seviyedir. Toplum, büyük bir yozlaşmanın içerisindedir. Toplum içi adabı muaşeret, terbiye, nezaket iyice unutulmuştur. Ülke, ortak bir ülküden mahrumdur.

Günlük veya dönemlik siyasetten, gündemden, particilikten bir an uzaklaşılırsa, Türkiye'nin mütemadiyen büyümekte olan sorunları daha iyi görülecektir. Şimdi soru şudur: Türkiye bu sorunlarını, toplumun bir kısmını temsil eden, anayasaca kısıtlanmış, kurulu erklerin, baskı güçlerinin ve parti içi muhalefetin kıskacında, vekil yahut bakan olma hevesindeki politikacıların at koşturduğu ve gelecek seçimleri düşünen siyasi partilerin, tali iktidarları ile çözebilir mi?

Çözebilir cevabını verenlere bunun neden 1983-02 yılları arasında çözülmediğini sormak isterim. 20 yıl boyunca halkoyuyla iktidar olan, geçmiş ve gelecek yüzyılımızın en büyük kasıtlı yanlışlarını yapan Erdoğan'ın, ancak bütün karşıtlarının bir araya gelmesi ve kendi tabanının bir nebze erimesiyle gelecek seçimleri, kıl payı kaybedeceği düşünülüyor. Erdoğan karşıtları kıl payı kazansa bile, parlamenter demokrasi ısrarları, bin bir derdi olan ülkeyi, tekrar lüzumsuz bir rejim krizinin içine sokacaktır. Erdoğan karşıtları ortak bir parlamenter sistemde uzlaşabilecek mi, halk bu sistemi referandumda kabul edecek mi, 2023 seçimlerinden sonra erken seçimlere gidilecek mi, muhalefet onu da kazanabilecek mi, hepsi şimdilik büyük muammalardır. Türkiye, 5 yıl sonrasını öngeremeyen bir ülkedir. Oysa güçlü bir cumhurbaşkanı, Erdoğan'ın yarattığı 20 yıllık enkazı, geniş yetkiler ve hızlı bir yürütmeyle 5 yıl gibi kısa bir sürede giderebilir. Ancak Erdoğan karşıtları parlamenter sisteme geçerek, yürütmeyi zayıflatmak ve meclisi güçlendirerek istiyorlar. Gelecek seçimleri kaybetse bile Cumhur İttifak'ının meclise en az 200 vekil sokacağını, HDP'nin daha da güçleneceğini öngöremiyorlar. Erdoğan karşıtları saydığım muammaları çözseler bile, Deerdoğanizasyonu ne derece başarabileceklerdir? Sonuçta, Erdoğan iktidardan uzaklaştırılsa bile bürokrasi, yerel yönetimler, ana muhalefet, iş dünyası, medya Erdoğan'ın hegemonyasında olacaktır. Soruşturmalar nereye kadar gidecektir? Post-Erdoğan iktidar hesapları, bugünün müttefiklerini yarının da müttefikleri kılmaya müsaade edecek midir? Yarının hükümet ortağı olma motivasyonuyla bugün 36 milletvekiline, yüzde 10'luk oy oranına ve 17 tane ilçe belediye başkanlığına razı olan İyi Parti, o günde bu "demokratik" sorumluluğunu yerine getirebilecek midir? Batı illerinde aday göstermeyerek Erdoğan karşıtlarına büyük hizmetler veren HDP, yarın da bu fedakârlığı yapacak veya bu denli ötekileştirilmeye göz yumacak mıdır? Bunlar da başka muammalar.

Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfını ve büyük medenî kabiliyetini, âtinin yüksek medeniyet ufkundan, yeni bir güneş gibi doğurması beklenen Türkiye Cumhuriyeti'nin yüzüncü yılına ramak kala içerisinde düştüğü ahval ve şerait –kahrolarak söylüyorum- budur. Bir yanda Türkiye toplumunu ve gelecek 75 yılını etkileyecek olan toplumsal sorunlar, bir yanda toplumun ve toplum yönetimi olan demokrasinin neden olduğu yüzeysel sorunlar... Yukarıda zikredilen hiçbir sorun kısıtlı, cılız ve zaman israfı tali iktidarlar ile hallolunamaz. Hallolunsa bile doğası gereği tali iktidarlar, kendi meşruiyet kaynakları olan mevcut anayasayı ilga edip yeni bir anayasa yapamazlar. Post-Erdoğan'ın ilk genel seçimlerinin yapıldığını ve yüzde 30 ile bir partinin hükümet olduğunu düşünelim. Bu hükümet uluslararası bir kıstasa dayanarak gazeteci veya akademisyen yasaları çıkarmak istese, bu kıstasları barındırmayan on binlerce "gazeteci"nin, "akademisyen"nin eylemlerine, sivil toplum kuruluşlarının, muhalefet partilerinin, yargının ve uluslararası kamuoyunun hıncına uğrayacak, karalama kampanyalarıyla cebelleşmek zorunda kalacaktır. Hükümet partisi, gelecek seçimleri kaybetmek, parti içi muhalefeti dizginleyememek korkusuyla bu olması gereken politikadan vazgeçecektir. Böylelikle akademisyenlerin kalitesi düşerken hak etmeyen on binlerce akademisyene yüksek maaş verilmeye devam edilecektir. Son dönemin "gazeteci duayeni", entelektüel, fikir insanı Veyis Ateş gibilerin -ki medya Veyisler doludur- en tepeye çıkıp ekranlardan millete akıl vermesinde hiçbir beis görülmekeyecektir. Bizim gibi hamiyetperver insanlar da çarpık düzenden şikayet ederek ömürlerini tüketecektir.

Binaenaleyh, Türkiye'nin bu sonu gelmez 150 yıllık kültür savaşından çıkabilmesi, yaşamakta olduğu toplumsal buhranı atlatabilmesi, milli bir anayasayla temel hak ve özgürlükleri güvence altına alarak devlet kurumlarını yeniden ihya edebilmesi, topraklarına, denizlerine, gökyüzüne, canlı çeşitliliğine, ormanlarına, hayvanlarına, kültürüne, tarihine, estetiğine, insanına yönelik tecavüzü durdurabilmesi, doğal afetlere dayanıklı, emniyetli şehirler kurabilmesi, sıhhatli bir toplum yaratabilmesi, maarif inkılâbını gerçekleştirebilmesi, toplumu yeniden derleyebilmesi için; Türkiye'nin cumhuriyet kazanımlarını koruyacak ve genişletecek, ülke gerçekliğine uygun, akılcı, seküler, seçkinci bir cemiyetin, asli kurucu iktidarı eline alması kaçınılmazdır. Kanaatimce bunun dışındaki her türlü yaklaşım sadece iyi niyetli bir çaba olarak kalacaktır. Türkiye'nin, bin yıllık bir devlet, 550 yıllık bir imparatorluk ve 100 yıllık bir cumhuriyet geleneği vardır. Türkiye, kendi şartlarına uygun, ülkeyi dünyaya eklemleyen, özgürlükçü milli bir anayasa yapabilecek, bu anayasanın kurumlarını kurabilecek ve beşinci cumhuriyeti yaratabilecek münevverlerine sahiptir. Yeter ki, asli kurucu iktidarı eline alacak cemiyet, onlara bir kurucu meclis verebilsin. O zaman, bugün çıkması istenen ancak particilik, seçim kaygısı yüzünden çıkarılamayan yasaların hepsi bir günde çıkabilir, denge-denetleme kurumları bir gecede inşa edilebilir ve ülkenin zenginlikleri bir oturumla koruma altına alınabilir. Ülkeyi kasabalı zübüklerden kurtarmak, bunun için kafidir.

Peki, Türkiye'nin bu acil ve köklü sorunlarını çözecek, beşinci cumhuriyeti ilan edecek asli kurucu iktidarı kim, neye dayanarak ele alacaktır? Asli kurucu iktidarı ele alan ve münevverle iş tutan bu cemiyet, toplumsal tabanı ve meşruiyeti nasıl sağlayacaktır? Bunlar bir sonraki yazımın konu başlıkları olacaktır.

×
Yayınımıza abone olun

Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.

DEVLET YÖNETMEK ve SİZ
FOTOĞRAF

İlgili İletiler

 

 Galeri

 Blog Takvimi

Lütfen takvim görünümü hazırlanırken bekleyin