Yerli Araba: Hayal, Gerçek Ve Bir Strateji Önerisi
Yerli araba serüvenimiz, hepimizi derin bir yenilgi hissine sürükleyen en büyük hayal kırıklıklarımızdandır. Bu topraklarda üretilmiş olan ilk yüzde yüz yerli arabamızın hikayesini anlatan Devrim Arabaları filminden sonra bu konuda çok önemli bir duyarlılığın başladığı malumdur. Her seçim döneminde reklam panolarımızı göklerdeki yerli uçaklarımızın ve yollardaki yerli otomobillerimizin hayali süslerken gönüllerimiz bu hayale coşkuyla daldı. Bu zaman zarfında cennetmekan Vecihi Hürkuş ve Nuri Demirağ'ın -hatıraları önünde ihtiramla eğiliyorum- isimlerini daha sık duyar ve kaçırdığımız şahlanış imkanlarına daha ciddi kafa yorar olduk. Bunlar şüphesiz çok doğru, çok iyi gelişmelerdir; zihniyetimizin böyle pozitif değer üretme düşüncesiyle dolup millileşmesi kadar iyi başka bir şey dünyada zor bulunur.
Toplumda yükselen bu hislerin mükemmelliği bir yana, iş icraata geldiğinde yanlış bir yöne doğru savrulduğumuzu düşündüğüm için bu yazımda bazı mütevazı fikirlerimi kayda geçirmek ve bir acil strateji önerisi sunmak istiyorum.
Meşhur işletmeci Peter Drucker şöyle demiş: "Yapılmaması gereken işleri büyük bir verimlilikle yapmak kadar boşa harcanan bir emek olamaz." Çocukluğumda duyduğum bir hikaye bu sözle mutabıktır: Rivayet olunur ki adamın biri saçma sapan bir işi harika bir şekilde yapıyormuş. Bizim bu yetenek yarışmalarından hallice bir şov sergiliyormuş yani. Padişah adamı çağırtmış, gösterisini izlemiş, sonra adama bir kese altın verilip yüz de değnek vurulmasını emretmiş. Adam şaşkın, sebebini sorunca padişah cevaplamış: "Altınlar gösterin ilginç olduğu için, değnek de lüzumsuz bir işle bu kadar uğraştığın için!"
Öncelikle zihinlerimizdeki yerli araba üretme fikrinin yerli at arabası üretme fikrinden ne ölçüde farklı ve yüksek olduğunun muhasebesini yapmalıyız! Elbette mübalağa ediyorum ama bu ikisi arasındaki benzerliği görebilmeliyiz: Bugün yollarda görüp iç geçirdiğimiz arabalar dünün arabalarıdır ve tıpkı at arabası gibi tarihe gömülmüş, dünde kalmışlardır. Dünün dünyasında yaşamıyorsak stratejimizi de düne göre kurgulayamayız. Dünün araba tipini elbette üretebiliriz ama bu durumda payımıza bir kese altın ve yüz değnek düşer, çünkü yapmamamız gereken bir işi harika yapmışızdır. Gidenin ardından bakmak yerine gelene hazırlanmak, hatta bizzat o gelen olmak taraftarıyım. Bu bağlamda geleneksel araba imalatı yolunda harcanan mesai, para ve hayali israf olarak görüyor ve bütün enerjimizi geleceğin arabasının eşsiz özelliklerine yoğunlaştırmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu bağlamda yerli araba projesi dahilinde şu temel hususların devletimizin en tepesi seviyesinde ana hedef olarak benimsenmesini savunuyorum:
Amacımızı araba üretmek değil, onu eşsiz kılacak olan parçaları üretmede uzmanlaşmak olarak ilan etmeliyiz. Aşağıdan yukarı, parçadan bütüne bir yol izlemeli, sürücüsüz arabayı sürücüsüz yapan, akıllı arabayı akıllı yapan, onu geleneksel arabadan ayıran konseptte uzmanlaşmalıyız. En iyi haptik sensörü biz yapmalıyız, en keskin LIDAR donanımını biz tasarlamalıyız, ışık seviyesine göre kararan en iyi camı-aynayı biz üretmeliyiz, en iyi güvenlik sistemini biz geliştirmeliyiz, en iyi araç içi eğlence sistemini biz kurgulamalıyız, pekiştirmeli öğrenme ve derin öğrenme konularında en çok patenti biz almalı, en ileri makaleleri biz yazmalıyız. Bunları biz üretmeli, yeni nesil arabaların en yüksek teknolojili parçalarını tasarlayıp imal etmede bir numara olmalı, bütün üreticilere bu eşsiz teknolojileri biz satmalı; zamanla bu tecrübemizi arabanın tamamını yapmaya yönlendirmeliyiz. Bu süreçte dünyanın zihnine ilmek ilmek işleyeceğimiz "Sürücüsüz/akıllı araba teknolojisi Türkler'den sorulur" imajı ise bu sürecin sonunda arabamızı bir Türk markası olarak ortaya koyduğumuzda bütün dünyanın bizim pazarımız olmasını temin edecektir. Japonlar ve Almanlar mevcut arabalarda nasıl sağlam bir imaj inşa ettiyse yeni nesil arabalarda aynı imajı kazanacak stratejik noktalara bütün kuvvetimizi vermeliyiz.
Bu genel çerçeve dahilinde iki somut ve acil önerim mevcuttur:
1. Bilgisayar ve elektrik-elektronik alanlarının en büyük akademisyenlerinin görev aldığı bir Yapay Zeka ve Akıllı Sistemler Araştırma Enstitüsü kurulmalı, bu enstitü yüksek lisans ve doktora programları açıp disiplinler arası sempozyumlar düzenlemelidir. Bu hususta kapısı ilk çalınacak kişi ve kurumlar akademide Ethem Alpaydın, sektörde ise Ankara'daki STM firmasından Umut Demirezen'dir.
2. Bu enstitüyü de içine alan bir arazide çeşitli laboratuvar ve atölyelerden -ve elbette kahvecilerden, zira mühendisin yakıtı kahvedir- müteşekkil bir Yapay Zeka ve Akıllı Sistemler Köyü kurulmalıdır. Laboratuvarlarında kamera ve sensör sistemlerinin çalışılıp sokaklarında araçların makine öğrenmesi ile eğitileceği bu köye ortaokul ve lise ziyaretleri tertip edilmelidir. Bu manada Ali Nesin'in Matematik Köyü model olarak alınmalı, hatta kendisi de bu projede danışman olarak bulundurulmalıdır.
Dikkatinizi çekmek istediğim nokta, bu strateji dahilinde finansman kelimesini bir kere bile kullanmayışımdır. Para en az ihtiyacımız olan şeydir. Bize lazım olan -ve en acil bir şekilde lazım olan!- doğru bir hedef, o yolda atılmış küçük ama net bir adım, ve millet olarak o istikamette ilerleme heyecanıdır. Asgari bir finansmanla gerçekleştirilebilecek olan bu iki maddenin, tahminimizden çok daha büyük atılımlara tahminimizden çok daha kısa süre içinde imkan vereceğinden zerre kadar şüphem yoktur. Yeter ki bu kıvılcım çakılsın, bir bayrak dalgalanmak için o kıvılcımın rüzgarını bekliyor!
---
Piyasanın temel dinamikleri ve öngörülere dair şu makaleyi hararetle tavsiye ederim: https://www.strategyand.pwc.com/trend/2017-automotive-industry-trends
Piyasadaki en heyecan verici son teknolojilere dair ise, ilk ikisine fotoğraflarını da makalemde kullandığım için atıf borçlu olduğum şu üç sayfayı şiddetle tavsiye ederim:
Telif Hakkı
© Fatih Akıcı @ tahtaPod.com | Tüm hakları saklıdır.
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.