Dört Duvar Arasındaki Temiz Vicdanlar
Bu aralar aklımda pek çok yazı fikri olmasına rağmen kendimi hem ülke gündemine hem de kişisel gündemime kaptırmış olduğum için maalesef yazamadım. Bir yandan LGBT+ tartışmaları bir yandan kaçak girişler ve sığınmacılar bir diğer yandan Filenin Sultanlarının başarıları ve bunu gölgelemeye çalışanlar… Derken yetmiyor meselelere her gün bir yenisi daha ekleniyor. Her biri hakkında söyleyecek pek çok sözüm var. Tüm konulardan önce; 4 gündür Sincan Kapalı Cezaevinde tutuklu olarak bulunan Süha Çardaklı, Eray Ertürk, Batuhan Çolak ve isimlerini bilmediğim Türk milliyetçilerinin sesi olabilmek adına öncelikle bu konudan başlamaya karar verdim.
Bildiğiniz üzere hukuk sistemimiz yaklaşık 20 yıldır delik deşik edilmiş vaziyette. Eğer ülkemizdeki toplumsal ya da siyasi sorunlara eleştirel yorumlar getiriyorsanız, bir gün sabah operasyonuyla sanki teröristmişsiniz gibi evinizden alınma ihtimaliniz bulunmaktadır. Korku ve baskı ile siyasi çıkarlarını korumaya çalışan iktidarların, tarihin pek çok döneminde başvurduğu bir yöntem bu. Bu olaylar gösteriyor ki faşizm her ne kadar Türk milliyetçilerine yapıştırılmaya çalışılan bir etiket olsa da uygulaması yine Türk milliyetçilerinin üzerinde yapılıyor. Biliyoruz ki ideolojilerini söylemler ile destekleyip aykırı düşünenleri ise daha çok bağırarak susturmaya çalışan iktidarların da ömrü bir gün bitmektedir. Hele ki var oluş mücadelesi vermiş, bu mücadeleyi yüz sene önce kazanmış Türkiye gibi bir örneğimiz varken; her ne kadar pek çok kamu kurumları siyasi kulüpler haline gelmiş ve yasal olmayan, hukuka aykırı kararlar veren ve eylemler geçekleştiren yerler olmuşlarsa da bu kararları alan kişilerin kalıcı olarak tutulamayacakları boşluğa bırakılan bir nesnenin yere düşecek olması kadar aşikardır.
Türkiye; 80 darbesi, 90'lardaki terör faaliyetleri, 2000'lerdeki Ergenekon kumpasları, FETÖ istilası ve Çözüm Süreci gibi pek çok büyük krizi atlatmış ve bu krizlerin atlatılmasında öncü rol üstlenen, her zaman doğruyu söylemeyi ve Türk milletinin çıkarlarını öncelemeyi kendi menfaatlerinin önüne koyabilen bir avuç insanın verdiği mücadele ile olmuştur. Böylece günün sonunda, alınların ak, vicdanların rahat olması sağlanmıştır. Tüm bu örneklere rağmen hâlâ akıllanmayan iktidar, yine bir kriz karşısında ilk olarak Türk milliyetçilerine cephe almıştır. Ekonomik, sosyal, demografik krizlere sebep olabilecek/olmakta olan ve en temelde milletin ruhunu sarsabilecek seviyelere ulaşan yabancı kaçak ve sığınmacılar politikasındaki ısrar sürdürülürken buna karşı dimdik bir duruş sergileyen Türk milliyetçilerine ani bir baskınla gözaltı kararı çıkartılmış, ardından ise tutuklama süreci başlatılmıştır. Halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçlamasıyla tutuklanan arkadaşların bu suça sebebiyet verdiği iddia edilen haberlerinin ve paylaşımlarının birçoğunun daha öncesinde doğrudan ana akım medyanın iktidar yanlısı gruplarında dahi paylaşıldığı ortaya çıkmıştır. İktidarın üretilen ideolojisini halka yayma misyonu ile hareket eden, kendine ezberletilmiş politikaları papağan gibi seslendiren ve topluma aktaran bu medya patronlarına ve editörlerine hiçbir hukuki yaptırım uygulanmazken sosyal medya haberciliği görevini üstlenmiş gazeteciler ya da Zafer Partisi içerisinde sığınmacılar meselesi hakkında çalışmalarını sürdüren Türk milliyetçisi isimler doğrudan suçlu ilan edilmiştir.
Bugün Türk toplumuna, sığınmacılar meselesinde doğru haberleri aktarmayı kendine görev edinmiş gazetecilerimiz, Sincan Kapalı Cezaevinde suçsuz yere tutulurken önüme düşen bir haber, ihanetin ve bu siyasi operasyonun ne kadar da iki yüzlü olduğunu bir kez daha göstermiştir.Bahsettiğim konu hakkında Sözcü'nün haberini olduğu gibi aktarıyorum:
"Ziraat Bankası, KOBİ'lere 1,5 milyon lira kredi desteği verecek. Kredi için en az bir Suriyeli veya koruma altındaki bir mülteci çalıştırma şartı aranacak."
Haberin ayrıntılarında ise uygulamanın İstanbul, Ankara ve İzmir gibi illerde gerçekleşeceği ve bunun yanında çalışan kişinin koruma altındaki bir mülteci olması ve T.C vatandaşlığı alması gerektiği iddia edilmektedir. Bu illerin dışında, yine koruma statüsünde sığınmacı çalıştıran işyerlerinin de yararlanabileceği yazıyor.
Bugüne kadar işyerlerinde kaçak olarak ve genelde sigortasız çalıştırılan Afgan, Suriyeli ya da Pakistanlıların artık daha iyi şartlarda çalışacağını ve entegre edilmeye çalışıldıklarını rahat bir şekilde görebilmekteyiz. Buna karşın işsizlikten intihar eden vatandaşların, mülakatlarda torpil istemediği ya da bulamadığı için işsiz kalan gençlerin ve tüm bu sorunları dile getirdiği için tutuklanıp cezaevine koyulan Türk gençlerinin sayısı, her geçen gün çığ gibi büyümektedir. İktidarın, oy deposu olarak gördüğü yabancı sığınmacı ve kaçakları topluma entegre etmeye çalışırken bir yandan da Türk milliyetçilerini cezalandırması kabul edilemez. Millet ruhunun olmadığı bir 21. yüzyıl Türkiye'si olamayacağı gibi Türk devleti; Arap turistlerin parasıyla, diğer kaçakların ve sığınmacıların da oyları ve iş güçleriyle değil, Türk gençliğinin inanmışlığı, çalışkanlığı ve feraseti ile ayakta kalacak ve ilelebet yaşayacaktır.
Lüzumu olmayan yersiz uygulamalar ve cezalar, hukuk devletine zarar vermektedir. Bu devletin imkânları ile bir yerlere gelmiş, düğmesini kimsenin önünde iliklemesin diye cübbe giymiş hâkim ve savcıların, anayasamızda yer alan hukuk devleti ilkesini sürdürebilmeleri için tüm bunları dikkate almaları gerekmektedir. Bardak bir gün taştığında buraya koşarak gelenler, buradan koşarak kaçarlar ve kalıp mücadeleyi sürdürecek olan 85 milyon Türk olur. Bugün, Türk milletinin geleceğine dair uyarılarda bulunmak adına kaçak girişlerin, toplum içerisinde sorun yaratan, topluma uyum sağlayamayan sığınmacıların haberini yapan Gazeteci Süha Çardaklı ve Batuhan Çolak, Zafer Partisinde mücadelesini veren Eray Ertürk tam 4 gündür tutukludur. Bunun yanında, ne aynı haberleri paylaşanlara ne de ismi geçen arkadaşların haberleri alıntıladığı medya kuruluşlarına en ufak bir hukuki işlem dahi başlatılmamıştır. Her devrin, devlet sopası görenleri neden Türk milliyetçileridir? Kendi çocuklarını tutuklayan bu siyasi sistemin karşısında Türk milletinin vicdanı temiz midir? Bu yanlış tutukluluk kararının arkasında olanlar tüm bu soruları yeniden düşünmeli ve cevaplamalıdır.
Sığınmacılar meselesinde, kendini Türk milliyetçisi olarak addeden kişilerin üstüne düşen görev tutuklu kişilerin sesi olmaktır. Yıldırma stratejisi ile toplumun demografisini bozmaya çalışan kişilere karşı, haberleri ve yorumlarımızı arkadaşlarımızın kısılmaya çalışan sesleri olarak daha yüksek bir şekilde dile getirmeliyiz. Bunun yanında toplumda kaos çıkarmaya çalışan üçüncü kişilere izin vermeden hareket etmek durumundayız. Duygu ve aklın birlikte hareket etmediği milliyetçilik, milletimize zarar verebilir ve kullanılmaya açık hale gelen bir grup olmamıza sebep olabilir. Duygu ve akılla birlikte yapılmayan bir milliyetçiliğin sonuçları her birimiz için ağır olacaktır. Türk milliyetçilerini her devrin kötü adamı olarak göstermek isteyen siyasi taraflara karşı yapabileceğimiz en temiz mücadele şekli arkadaşlarımızın sesi olmak ve verdiği mücadeleyi onlar yokken daha da pekiştirerek sığınmacılar meselesindeki hassasiyetimizi artırmaktır. Tüm bunları yaparken; mücadelenin, yanlış politikaların asıl sahipleriyle olduğunu unutmamak gerekmektedir. Karşı durmamız gereken; kaçak girişlere göz yuman, hukuka aykırı bir şekilde vatandaşlık dağıtan hatta vatandaşlığı para karşılığı limon satar gibi satan siyasi iradedir. Bu iradeye karşı baskılara boyun eğmeden ve hedefi çarpıtmadan aklı başında politikalar ile Türk milletinin bu krizi atlatmasını sağlamak en doğru yoldur. Süha Çardaklı'nın dediği gibi bahsettiğimiz iktidar politikaları ve sol liberal politika sahipleri bilmeliler ki "Cehennem buz tutsa da Türk yurdunu savunacağız"
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.