İSLAM İKTİSADI
Bir zamanlar rahmeti Erbakan ‚Adil Düzen' diye başımızın etini yiyordu, şimdi ise ‚İslam iktisadı' çıktı…
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 12. Uluslararası İslam Ekonomisi ve Finansı Konferansı'nda yaptığı konuşmada, "İslam iktisadı krizden çıkışın anahtarıdır." demiş.
Ben tam „Yahu, daha geçenlerde Berat bey %4,5 büyümeden bahsetmemiş miydi? Demek ki büyüyen ekonomi değilmiş…" diyecektim ki, beyanatın Türkiye için değil, Corona salgını yüzünden ekonomik daralma yaşayan tüm dünyaya yönelik söylendiğini okudum.
Ve sonra düşündüm;
„Krizden çıkışın anahtarı neden ve nasıl İslam iktisadı olabilir?" diye…
Tabii ki ‚İslam' iktisadı olduğu için.
Cumhurbaşkanı bir politikacı ve politik kariyerini inancına borçlu.
İslama önem ve değer verdiği için seçildi.
Ne zaman siyasi sıkıntı yaşasa İslamiyet ile feraha kavuştu.
İnsanların inancına hitab etti.
Şehit cenazelerinde Yasin okudu, Güneydoğu Anadolu'da Kürtçe'ye çevirttiği Kur'an-ı Kerim'i mitinglerde gösterdi,
kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde cami yaptırdı, her taraf İmamhatip Liseleri doldu…
Yani ne başardı, hangi sıkıntıdan kurtulduysa İslamiyet sayesinde oldu.
Dolayısıyla İslam iktisadını ekonomik krize çözüm olarak görmesini de yadırgamamak gerek.
Aslında başarısız olduğumuz bir çok konuda ‚İslam' ile kurtulmayı denemeliyiz.
Yanlış anlaşılmasın, ben de amentüye iman etmiş bir müslümanım ama öyle Tanrı'ya yalvarış, dua etmekten falan bahsetmiyorum. O zaten inanan herkesin yaptığı bir şey.
Benim bahsettiğim İslamiyeti şuurluca sistematik kullanmak.
Mesela gerek futbol klüplerimiz gerekse milli takımımız uluslar arası sahnede arzuladığımız başarıyı göstermedikleri ap açık ortada.
Bence buna karşılık ‚İslami Futbol' oynayarak başarı yakalanabilir diyorum.
Şayet olmazsa kesin karşı takımın İslam düşmanı gavur klübü olduğundandır.
Veya eskiden beri bir kere hariç istediğimiz ve bir çok zaman hak ettiğimiz dereceyi bulamadığımız ‚Eurovizyon Şarkı Yarışması'…
Gerçi artık katılmıyoruz ama şayet bir daha katılırsak bence İslam müziği ile katılmalıyız.
Hani şu burunları tıkanmış gibi ağlamaklı arabesk söyleyen çocuk koroları var ya…
Aslında onlar buna ilahi diyorlar ama, ben nedense Yunus'un ilahilerine benzetemiyorum.
Eğer yine başaramazsak kesin Eurovizyonun haçlı ruhu olduğu içindir.
Daha bir çok alan var. Mesela 1896'dan beri sadece iki tane Nobel Ödülü aldık; Edebiyat ve Kimya…
Fizik? Yok,
Tıp? Yok…
İslam fiziği ve İslam tıpı ile denemeliyiz bence…
Şimdi bazılarınız „İslam fiziği, İslam tıpı… olacak iş mi?" diyordur.
„İslam iktisadı oluyor da, İslam futbolu neden olmasın?" demeyi isterdim, ama haklısınız, olmaz.
İşte onun için 'İslam iktisadı' diye bir şey de yok.
Aynı Hıristiyan veya Musevi iktisadı olmadığı gibi.
İslam iktisadının var olduğunu hatta krizden çıkış olabileceğini iddia edenler, hiç yapmacık mütevazilik veya siyasal doğruculuk taslamadan söyleyeyim: yanılıyorlar.
İster İslamiyet, ister Musevilik, isterse Hıristiyanlık olsun, din, yani inançtır.
Yani gerek bireysel gerek toplumsal açıdan insanların hayatlarını Tanrı'nın nasıl sürdürmelerini istediğine dair kurallar, tavsiyeler ve yasaklar bütünüdürler.
Bu kural ve tavsiyeler gerek inananların kutsal gördüğü kitap, gerekse kutsal saydıkları insanların (peygamberlerin ve ermişlerin) söylediklerine dayanır.
Bu kural ve tavsiyeler inananların hayatının her alanını kapsadığı için muhakkak ki muhakkak bireylerin ticari, ekonomik yaşamlarını da etkilemektedirler. Ama bu bir dine has 'iktisad'dan konuşmak için kafi değildir.
Bir kere bu dinlerin iktisad ve ekonomik faaliyetleri etkileyebilecek kuralları incelendiğinde birbirlerinden çok da farklı olmadıklarını görürsünüz. Çünkü her din insanlara adalet ve çalışkanlığı emrettiği ve sömürü ile tembelliği lanetlediği iddiasındadır. Dolayısıyla bu konuda birbirlerinden çok da farklı olamazlar.
Söz konusu dini kurallar doğrultusunda ekonomi olunca akla gelen ilk kurallardan biri de 'faizin haram' olmasıdır mesela.
Faiz alma yasağının bir çok zaman İslamiyet'e has algılanması ise bilgi eksikliğine dayanır. Çünkü faiz sadece Kuran'an-ı Kerim'e göre değil aynı zamanda hem Museviler hem de Hıristiyanlar için kutsal olan Eski Ahit'te de mevcuttur.
Museviler bunu asırlar süren metodik tartışmalar sonrası evvela 'Museviler birbirlerinden faiz alamaz ama gayri Yahudilerden alır' diye sulandırmışlar. Bazıları bu kuralı hala böyle yorumlarken başkaları ise genel bir faiz yasağına uymamaktalar.
Hıristiyanlarda ise faiz yasağı 16. yy.'a kadar genel olarak uygulanmış. 16. yy'da özellikle bazı Hıristiyan kralların Papa ile ters düşmeleri ve hatta savaşmalarıyla beraber bu yasak Hıristiyan Dünyasında da sulandırılmaya başlanmış.
Ama Avrupa toplumunda faizin doğru veya ahlaki olmadığı düşüncesi sadece dini temellere dayanmaz. Örneğin Antik Yunan filozofu Aristo da 'Para yavrulamaz' diyerek faizi lanetleyenlerdendir.
Lakin insanların faizi reddetmesi en geç Sanayi Devrimiyle beraber uygulamada devre dışı kalmış. Çünkü Sanayi Devrimiyle birden bire çok daha küreselleşen ve giriftleşen ekonomi ile paralarını ödünç verenlerin bir süre için de olsa harcama imkanlarından vazgeçtikleri için ve geri alamama riskine karşı bedel istemeleri ve para ödünç alanların 'karlarını paylaşmaktansa' daha düşük bir oranı kesin ödemeyi kabul etmeleri ile faiz ekonomide kendine vaz geçilmez bir yer belirlemiştir.
Hal böyleyken hala birilerinin varmış gibi göstermeye çalıştığı kendine has bir 'İslam iktisadı' kavramı ise aslında 1930'larda İngiliz hakimiyetinde Hindistan'dan bağımsızlık çabalarında olan Müslüman Hintlerın (Sonraki Pakistanlıların) kurmak istedikleri bağımsız devlet için ekonomik metodoloji arayışından ibarettir. Yani 'İslam İktisadı' kavramı Arap Yarımadasında veya Mısır'da değil, başlangıcı Asya'da olan bir kavramdır.
İktisad 'kısıtlı kaynakların dağıtımını' araştıran bir bilimdir. Kaynak ile kastedilen ise üretime katkı sağlayan her şeydir ve dağıtım sadece 'adalet' açısından ele alınmaz, aynı zamanda en 'verimli' dağıtımda araştırılır. Çünkü üretim bir toplumun güçlenmesini sağlar. Bir ekonomi ne kadar çok üretirse o kadar zenginleşir, ne kadar zenginleşirse o kadar bağımsızlaşır, refah ve huzuru artar. Bağımsız, huzurlu ve refah içinde olan bir toplum güçlü bir toplumdur. Yani üretim toplumun gücünü artırır.
Üretilenin dağıtımı ise bireyin refahını, huzuru etkileyen diğer unsurdur.
Üretim toplumun dışa karşı gücünü, üretilenin adil dağıtımı ise içe karşı huzuru belirleyen iki önemli unsurdur diyebiliriz.
İslami iktisat kavramının geliştiği ilk dönemlerde ise önemsenen unsur daha ziyade 'dağıtım adaleti' olmuştur. Bugüne kadar da bu çok değişmemiş, özellikle üretimle alakadar önemli bir adım atılmamıştır.
Adil dağıtım açısından bakıldığında ise, geliştirilen düşüncelerin 'özel mülkiyeti' reddetmemekle beraber sosyalizme çok benzemekte olduğu görülür.
Oysa ekonomik krizlerin temelinde bir çok zaman dağıtım adaletsizliği değil yanlış veya eksik üretim olduğu görülür. Dağıtım adaletsizliği ise toplumsal krize yol açar. Bu da bir çok zaman üretimin kazancının adil dağıtılmamasından kaynaklanır.
Corona salgını yine böyle bir krizdir. Dünyanın en önemli ekonomilerinde salgından dolayı üretim duraklamış bu da arzın duraklamasına yol açmıştır.
Aynı zamanda bir çok zaman insanların işten çıkarılmaları talebin de duraklamasını sağlamıştır..
Bu durumdan sosyal güvence seviyeleri düşük olan ülkelerde toplumsal kriz çıkma ihtimali yüksektir, çünkü üretim yoksa dağıtabilinecek kazanç da yoktur.
Dolayısıyla, İslam'a has bir iktisadi sistemi gerçek olarak varsaysak bile krizden çıkışın çözümü olması mevcut şekli ile imkansızdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan: İslam iktisadı krizden çıkışın anahtarıdır
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.