DEMOKRATİK DEĞİL!
"Ülkede her şeyin değiştiğinin ben de farkındayım da farkında ol(a)madıklarımın farkında değilim," dedi.
"Yoğurdu sarımsaklasak da mı yesek" ya da ne bileyim, "Siz bizim Çekoslovakyasızlaştıramadıklarımızdan mısınız? gibi bir şey mi çıktı ortaya?
"Ülkede bir şeyler değişecek diye çok şeylerin değişmesi mi gerekiyor?" diyerek farkına varamadıklarının "çok şeyler" olduğunu anlamasını sağladı karşısındakinin.
O, ondan talep etti yoğun istek üzerine. Biraz daha konuşsun istedi karşısındaki.
"Yok" dedi, "Ölümü öp, mezara koy, istersen Ganj Nehri'nde yıka, nehrin kenarında yak, denize at, bedenimi toprağa değil, suya karıştır, topraktan gelip küle gideyim ki yok, sen devam et, ne olur, sen sen... Allah aşkına, peygamber aşkına, tabiatın, Tanrı'nın ve korkunç tepelerde rüzgârla yarışan mevsimsel ve hatta daha geniş çapta, örneğin iklimsel bir sanrının aşkına, perili ırmaklar aşkına, sen konuş sen sen..."
"Benim istediğim demokrasiydi," dedi.
"Anladım ki ortada demokrasi yok. Paldır küldür, önüne gelen pata küte konuşuyor; yeminle söylüyorum, yemin etmeden de söyleyebilirim, gerçi yeminsiz de olmuyor ya, neyse bak, dinle! Ağzı olan konuşuyor, her şeyi demokrasiye bağlıyor, misal kız arkadaşına büsbütün aşktan bahsediyor, işin içine siyaseti sokar gibi, 'demokratik ortamda falan konuşalım,' diyor. "
Tarlaya, bahçeye, bağa, dağa; yaprağa, dala, ağaca, çiçeğe, böceğe, sülüğe, larvalara bile bulaştırıldı. Nasıl bir illetse abi, adeta kana karıştı, kusmuk kusmuk içeriden dışarıya atılıyor. Yani, ne bileyim, genlerimize mi işledi? Ne duysak, ne söylemeye çalışsak illa sözün arasına ekmek, peynir, domates gibi koyuvereceğiz demokrasi katığını...
Geçenlerde kentin taşrasına gittim. Korona almış başını gidiyor. İstif istif ölüyor insanlar, kimsenin umurunda değilmişçesine bir hava var! Adamın annesi, babası ağabeyi, kardeşi; teyzesi, yengesi, dayısı; bir bütün hâlinde ailesi ve bizzat yakın akrabaları korona olmuş, hastaneye kaldırılmış, yatırılmış; gel gör ki bunlar kahvehanede okeye dönüyor. Kıraathanelerde kek mek de kalmadı, hani çayın yanında şöyle atıştırmalık bir şeyler olsa yeseler, iyice(!) beslenseler diyeceğim, kek de kalmadı. Ah şöyle tepetaklak yuvarlansalar kıraathanelerin önünden şehrin en işlek caddelerine, demokrasi(!) sporu yapıyoruz, deseler belki biraz anlayış göstereceğim, anlayacağım kendilerini.
Yok abi, ne gezer!
Bizde demokrasinin DE'si yok.
E fazla oldu, E'yi çıkart!
Kurmuşlar masayı duvardaki televizyonun altına. Gerçi dünden kurulmuş masalarda oynuyorlar oyunlarını da, hadi ben daha demokratik(!) olsun diye eşitçe dağıtmaya çalıştım masaları. Birisi bir ucundan çekiştirince diğeri öteki ucundan çekiştiriyor ya da itiyor, birkaç kişi de "Öyle olmadı, böyle olmalı," diyerek parmak ucuyla masanın orta kısmına dokunuyor. Avucunuzla dokunsanıza! Hiç de demokratik(!) değil yani!
Toplanmışlar masanın etrafına. Yancı soruyor yanındakine:
"Kardeşinin durumu nasıl?
"İyileşmedi gitti" deyip şak diye şaklatıyor elindeki pişpirik kağıdını. Pişpirik kağıdını şaklatan adam çay kazanının önündeki masada oturanlara soruyor:
"Baban ne durumda, iyileşiyor mu?"
"Galiba babamı kaybedeceğiz. Koronavirüs yine mutasyona uğramış durumda. 'Böyle giderse babanızı kaybedebiliriz,' diyorlar. Ben de bir şey diyemiyor, kendimle konuşuyorum tabii. Babamı kim bulmuş ki kaybedelim, diyorum. Sözde komiklik yapıyor, nükteyle karışık taşı gediğine oturtmaya çalışıyorum. Aslında demokratik(!) bir ülkede fikrimizi söylüyor, yorumumuzu yapıyoruz, yalan mı?
Kıraathanenin kapısı "dan" diye açılıyor, içeriye demokrasiden(!) sorumlu adamlar geliyor. Siyah ceketler, kravatlar, gözlükler havada uçuşuyor, çaycı abimiz omzuma dokunup gözüyle karşı binanın çatısını işaret ediyor. Oradalar diyor, bak gördün mü? Yan yana iki adam. Ellerinde ne var öyle? Sopa mı, ne? Çanak anteni mi düzeltiyorlar? Hah, şimdi gördüm, sırtlarında yazıyor. İyi de DSK ne? Dur dur dur, geçenlerde sen söylememiş miydin, "Demokrasiden Sorumlu Koruma" diye?
Neyse Demokrasiden Sorumlu Koruma'dan gelenler, ülkeyi biz yönettik, yönetmeye devam edeceğiz, size de demokrasinin nimetlerinden yararlanmanız için yıllardır hizmet veriyoruz, eğer gelecek yıl da bizi seçerseniz demokratik(!) sahada, demokrasiye(!) yaraşır biçimde, demokrasinin(!) halkımıza bahşettiği tüm imkânları önünüze süreceğiz. Senelerdir ne yaptıysak demokrasi (!) aşkına sizler için yaptık. Allah şahit göklerden inen müjdeli tüm haberlerin muhatabı sizlersiniz. İyilikler sizler için diyerek demokratik(!) bir rejimde hakkınızı liberal demokrasi ile taçlandırmaktan imtina etmeyeceğiz ğiz ğiz ğiz iz iz iz z z z , dediler.
O adamlar(Kahvehanedekiler) çatılardaki adamları da toplayıp çok çok pahalı siyah arabalara binip gittiler, arkada bıraktıkları tek şey demokrasi(!) oldu. Eşit insan, seçim, seçmen, temsili demokrasi tarzı bir şeyler yani!
...
Dakikalardır ben konuşuyorum, biraz da sen konuşsana! Bak, bu böyle olmuyor, hiç de demokratik(!) değil yani.
"Olmaz olmaz, hayır hayır! Sen çok güzel konuşuyorsun, bugün sen konuş, bir dahakine ben konuşurum. İlla bugün mü demokratik(!) olacak bazı şeyler, bir dahakine ben konuşunca eşitliği sağlarız, olmaz mı? Hadi hadi, durma, sen konuş!"
"İyi o zaman, madem bir dahakine sen konuşacak, demokratik(!) olacaksın, konuşurum.
Nerde kalmıştık? Dur dur, söyleme, hatırladım!"
Bir diğer gün gene gittim oraya, kıraathaneye! Baktım, bu sefer kek de(!) var, ama parayla satılıyor. Hem de çok pahalı, bir liralık kek olmuş üç lira! Çaycıya dedim ki, "Abi neden bu kadar pahalı? Hiç de demokratik(!) değil yani!
"Neden pahalı olmasın he kardeşim? İthal ürün!"
Eyvah! Nasıl gaf yaptı, sorma! Dışarıdan birkaç iriyarı adam geldi, çaycıyı dışarı attı, "Bir daha buralarda görürsek seni bacaklarını kırarız," deyip gittiler. Onlar gitti, yok yok, onlar gitmeden önce bacakları kırılma tehlikesi olan adam gitti, şükür ki bacakları kırılmadan gitti, bir daha gelmedi. Keşke gelseydi, bu yaptıkları hiç demokratik(!) değil yani!
"Onlar gitti" dedim ya, yanıldım. Dışarı çıkar çıkmaz geri geldiler. O ara baktım, çaycı yok. Çay servisini kim yapacak? Çaycıyı kovanlar bağıra bağıra sordu:
"Var mı bu işten anlayan?"
Hemen kaldırdım elimi tabii! "Ben" dedim, kırk yıl bilfiil yaptım bu işi, ustamdan çok takdir aldım. "Ben" dedim, Yunus gibi kırk yıl düz odun taşıdım ocağa, ama ben taşıdıklarımı yaktım. Yunus'tan tek farkım, benimkilerin yanmış olmasıydı. Abi tam kırk yıl, dile kolay, odun taşıyor ve taşıdığın odunları yakıyorsun. Biliyorum(!) hiç demokratik(!) değil, ama ne yapayım! Oldu bir kere!
"Sus" dediler, "sen ne geveze adamsın böyle, ağzın değil elin iş yapsın! Geç ocağın başına, kekleri(!) halkımıza bedava dağıt, yirmi sene sonra(!) tekrar geleceğiz."
Anlamadım tabii, yirmi sene sonra ne demekti, hiç demokratik(!) değil yani!
Sabah akşam ocaktayım, kırk yıl odun taşıyıp yaktım ya, kül nedir, Ganj Nehri nedir, çok iyi bilirim. Biz toprak diyoruz yine de, "kim ne derse desin" diyemem, o zaman hiç demokratik(!) olamam. Bari kaldığım yerden sesimi çıkartmadan taşıdığım odunları yakmadan devam edeyim. Derin derin düşünüyordum ki cazgır bir ses düşüncemi ikiye böldü, ön masalardan çürük yumurta koktuğu her hâlinden belli bir adam, "Nerde kaldı bizim çaylar? Kekleri de unutma!" demez mi? Başka neyi unutmayacaktım? Herhalde çayları, dedim. Tepsiyi önüme aldım. Bir, iki, üç... dizdim bardakları arka arkaya, doldurup götürdüm; boşalttılar, getirdim. Boş, dolu derken günler su gibi aktı, daha önce çok yavaş akıyordu sanki. Kızdım zamana, kızmaz mıyım! Hiç demokratik (!) değil yani.
"Sonra ne oldu, biliyor musun abi?"
"Ne oldu kardeşim?"
"Merak ediyorsun di mi?"
"Tabii ki"
Sonra şey oldu abi. Bunlar(DSK'liler), "Yirmi yılda bir geliriz," dediler ya, yalan söylediler. Yirmi yıldır gidip geliyor, çaycıyı(yani ocakçıyı) sürekli değiştiriyorlar. Kek mek hikâye, demire zam geldi abi, ortadirek eski evini satsa yeni ev almak için demirin ucuzlaması lazım! Bunlar(DSK'liler) yirmi yıldır zam yaptı, demir ortadireğin belini büktü. "Hiç demokratik(!) değil yani," dediğim için bir ay sonra beni de kovdular kıraathaneden. Yalnız bir avantajım var, söylemeden geçemeyeceğim: " O gün beni tehdit etmedi, sadece kovdular. Çok şükür, kıraathaneye gidebiliyorum! Bugün kırılmayan(!) bir bacağım varsa, benim de kıraathanedekiler gibi ayaklarım yere (!) sağlam basıyorsa bunu demokrasimize (!) borçluyum!
"Anladın sen?
Hadi, işmar et, anladın!"
"Etmiyorsun öyle mi?
Hiç demokratik(!) değil yani."
Engin Yeşilyurt
31 Kasım 2021
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.