GÖNÜLLÜ YÜREKLER
Türkiye vatanım seni seviyorum senin ile ilgili büyük hayallerim var. Vallahi senin için ortaokuldan beri slogan atıyorum! Seni sevmek korumak deyince kalbim başka türlü çarpıyor. Bir de tanıma fırsatım olsa!.. (1980'ler)
1989-90'lı yıllarda hayalimi kısıtlı imkanlarla nispi olarak gerçekleştirmiştim. Rahmetli babam endişeli olurdu, uzaklara gitme izni çıkmazdı ondan. Baş örtüsü takınca şehir içi gezme alanımı genişletmişti. Olgunlaştığıma, büyüdüğüme yanlış yapmayacağıma inanç getirmiş olmalı. Hoş o konuda radikal değildi ama yine de bir tür yüreğine su serpilme duygusunu yaşadığını sanıyorum. Lise mezuniyeti sonrası şartlar mecbur etti Batı Karadeniz'den Marmara'ya göçtük. Çalışmaya başlayınca da endişeli oldu, ilk yıllar geçince rahatladı. Doğrudan Türkiye'yi gezeceğim desem bir kıyamet etkisi olurdu. Kendisinin de tanıdığı arkadaşımın ailesi ile Anadolu Evliyalar turuna katılacağız baba dedim. Uçta evliya var yani, yanlış ne olabilir? Baktı kararlıyım, sanırım beni üzmek istemedi, hadi git iznini kopardım. 12 gün doğu güney doğu illeri, ilçeleri köyleri nerde bir yatır var oraya park ettik. Türkiye tanıması böyle başladı.
O günlerde din bilgim propaganda seviyesindeki söylemler ve namaz dua surelerinden ibaret lakin ortamı idare edebildiğimi sanıyorum. Otobüs emekli amcalar ve anca ileri yaş çağlarında gezme tadına varmış eşleri teyzelerle dolu. Birkaç arkadaşımla da ekip olduk, yollardayız. Rahmetli Şükrü amca ve karısı Nurten teyze daha önce de gitmişler, canlarım, kızları gibi yedirip içirip göz kulak oluyorlar. Damak tatlarına çok düşkünler, hangi yemek nerde yenecek belirlemişler yemek haritamızı onlar, yatır haritamızı tur operatörü Nezih abi belirliyor. O yıllarda yılda Nezih abi 3-4 kez bu turu yapıyordu. Paramın yettiği her turuna katıldım.
Annem ve babam Cami konusunda ciddi idiler. Onlarla yaşıyorken camide, mezarlıkta, yatırda sesimizi bile yükseltmez, olabildiğince temizlenir, bildiğimiz tüm duaları okur, az biraz korkulu saygı ile geri dönerdik.
Bu eren evliya ziyareti odaklı seyahatin içinde Siirt- Baykan'da Veysel Karani türbe ziyareti için otobüste hazırlanmaya başlayan yerli turistleri taklit ederek ben de hazırlandım. Buralarda bir yerde kesin iyi bir şeyler olacak, bir uçuş yakalayacağım, kesin bir değişime uğrayacağım. Orda ya da diğer yatırda yükseleceğimi sanırdım. Zira o dönemler dini davranmaya başlayanlar, öyle görünenler hidayete eriyorlardı. Bir başkalaşma oluyordu, keşfedemediğim. Dışarıdan o duygu varmış gibi yansıtmaya gayret ederken içerden bir şey değişmediğini hissetmek garipti ama hidayet yolundaydım işte… Eren evliya inancım aslında zayıftı ya, onlar da bunu anlamış olmalılar, oralarda dua ettiğim hiçbir şeye sahip olamadım. Dileklerimin yerine gelmesine bir katkıları olmadı yani. Tersine buralardan beklentimi tamamen ortadan kaldırdı.
Baykan'a döneyim, otobüsten inildi abdestler tazelendi, sureler dualar mırıldanılarak türbeye kadınların gireceği bölümden girildi. Aman tanrım! Bir garip oldum. Köşelerde birkaç kadın uyuyor. Birisi göğsünü çıkarmış çocuk emziriyor. Birkaç genç kız ettehiyatü okuyayım sure okuyayım diye cüzleri gösterip para istiyor. Hani nerde o saygı, huşu? Kadın uyurken yellenirse çarpılmayacak burada her hal. Neyse üç ihlas bir Fatiha yaptım, türbeden çıktım. O seyahat böylece sürdü gitti. Fakat insan hayatında din, bölgeler arası algı farkı, eğitim, yaşam konularında hayli kafam karıştı. Benim tek yüzlü gördüğüm hayatın başka başka versiyonları olduğunu anlama fırsatım oldu. Allah ne kadar tek ise dindar anlayış (sızlığın)ın o derece çok olduğunu ilk öğrendiğim saha oldu. Bir zaman sonra da ilgi odağım cami- yatırdan sıyrıldı, ülkemin fiziki varlığına aktı.
Pür dikkat çevreye, dağa ovaya baktığımı hatırlıyorum. Irmakların akışı, şehirler, kasabalar köyler… Camiler, kale kalıntıları, ören yerleri, Malazgirt ovasının uçsuz bucaksız düzleri, Alparslan'ın orduları, Doğu Beyazıt- İshakpaşa sarayının yıkık kubbeleri üzerinde oturup ova seyri, çobanların tüpte pişirip sattıkları yağda yumurtanın lezzeti, Süphan dağından süzülmüş lav akıntılarının rengi, kucaklayıp havaya kaldırdığım bebelerden bit kaparsın diyen rehber Nezih'in azarlamaları arasında keyifle gezdiğim ülkem. Sonraki yılda yerimizde duramadık tabii. İç Karadeniz'den Erzurum hattı, dış Karadeniz'den İstanbul. Ege, Akdeniz, İç bölgeler derken bu güne geldim, hala her fırsatı değerlendiririm.
Bu seyahatler bana ülkem hakkında temel bir fikir verdi. Yıllar var ki ezilmişlik söylemlerini duyduğumda yerimden zıplarım. Cumhuriyetin 50 yılının birinci el şahidi değilim. Fakat ülkemi doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine gördüğüm ilk yıllarda büyük sayılanların kıyılarından başlayarak, tüm o şehirlerin nimet paylaşımı bakımından birbirinden pek de farklı olmadığının şahidiyim. Halkın gündelik yaşamı bakımından, belki bu gün bile öyle. Karadeniz göç halindeydi, İç Anadolu, Ege, Akdeniz ve Doğu, Güney Doğu'da öyle.
Zeka zengini değilim, o sebeple öyle büyük söylemlerden hoşlanmam. Makro dönüşümlere, birden gerçekleşecek devrimlere, mucizelere inancım yok. Küçük ve sürekli, iyileşmeye doğru atılan adımları önemsiyorum. Ayak bastığım her yerin pek çok değerlendirilebilir kaynağı var bu kaynakları geliştirmek, paylaştırmak kullanmayı öğretmek, öğrenmek yerine göçü planlı-plansız teşvik etmek yöntemlerin kolayı olmuş.
Bir kolay söylem de bütün iyi şeyler batıda tutuluyor, doğu güneydoğu halkı dışlandı geri bırakıldı. Biz ezildik, sömürüldük kırıma uğratıldık vs. yaygarası. Zaman o günlerden bu güne ilerlerken, mesela Uşak pazarında gördüğüm siyah önlük benzeri feraceli yırtık lastikli Halime'nin Baykan'lı Sulbiye'den daha müreffeh olduğunu iddia edenin ağzına kürekle vurma isteğimi zor tutuyordum. Bütünüyle yalan ve yanlış olduğu iddiasında değilim. Ancak şu var ki Bu ülkede bölge ayırmaksızın kötü yönetim sebebiyle gelişimi durmuş, yerinden yurdundan sökün etmiş, göç ve hızlı nüfus artışı ile şişkin boyutlara gelmiş eğitim eksikliği nedeniyle köklerini, aidiyetlerini yitirmiş bir ülke dolusu insan var.
Bu ülke öğrenmeyi erteleye erteleye yaşıyor. Yıkım isteyenler sorunları yerinde çözmek yerine, köylerimi kasabalarımı çiftimi çubuğumu boşalttırıp merkezi şehirlerimi başka bir sorunlar yumağına dönüştürmeyi başarıyor. Yıkım faaliyeti göç alan sahalarda da devam ediyor. Mutsuz ve sorun yumağı insan toplulukları, içi boş dinsel- siyasal, sosyal söylemler ile, öfkeli, hırs küpü, göz göze geldiği insanlara korkunun tetiklediği saldırganlıkla bakan yabancılara dönüşen insanımsılardan oluşmuş bir yığın haline geldik.
Lakin Hala umut var, düzelebilir. Gönüllü yürekler, Toplumumuzu tahlil edip servet ihtiyaç belirlemesini yapabilir. Şehir kasaba köy dağ bayır… Nokta nokta neyi daha iyi yapabileceğimizin arayışına çıkabiliriz. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yıllarındaki insan kaynağının binlerce fazlasına sahibiz, o yürekli ülkü sahiplerinin inançlarını yeniden bulabiliriz. Hayalimde sayılamayacak kadar çok gönüllü ordusu var. Şunu yapabilirim diyebilen bilgi yetenek enerji sahibi Türkler sizi yanı başınızdaki sorunu dile getirme ve çözme çabasına davet ediyorum.
Nurşen Karakaş
11.02.2018
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.