"Ülkü Adlı Yâr Peşinde" Bir Ömür; Ozan Arif
80'li yılların başı; 12 Eylül cuntasının haklıyı-haksızı, eğriyi-doğruyu ve en önemlisi de haini-vatanperveri aynı kazanda eritip tek tip apolitik koyunlar halinde sokağa salmayı hedeflediği, bu amaçla akıl almaz işkencelere tabi tuttuğu, bu zulme direnen mangal yürekli yiğitleri ise darağacında sallandırdığı o kara dönem. Almanya'da çalışan bir kuzenimin Trabzon'un şirin mi şirin dağ köylerinden birindeki ata dede evinde, her tarafı kırık dökük, cızırdayan eski bir kasetçalarda duymak nasip olmuştu ilk defa sesini: "Başbuğ'um emrindeyiz!" diyordu. İşte tam o anda, o küçücük yaşımda - kafamda deli sorular; bu ozan kim, niye Başbuğ'un emrinde ve daha da önemlisi Başbuğ kim ve niçin bu kadar önemli onun için - saygıyla dinlemiş, sevmiş, benimsemiştim bu sesin sahibini.
"Vurulup Ülkü adlı bir güzele" ardı sıra düştük yollara, dünyayı dolaştık, uğruna nelere katlanmadık ki; "C5"lerde işkencelere hep beraber göğüs gerdik meselâ, "Soğuk yellerin estiği" yerde - "Anadolu'nun güneydoğusu"nda - "kadere küstük." Elimizin yettiği herkese, dilimizin döndüğü müddetçe "Ölmez bu hareket, ölmez bu dava" ruhu aşıladık. Gün oldu; "tarifi mümkün olmayan" bir "kara gün"de Rahmetli Başbuğ'un ardından yas tuttuk. 8 Nisan 97'de - Ankara'nın bembeyaz kara büründüğü soğuk bir kış gününde aralıksız süren tipiye rağmen - Başbuğ'u uçmağına uğurlamak için yollara düşen yiğitler kervanına karışıp insan seli oluşturduk. Başbuğ'suz yıllar çok zor oldu; yanlış anlaşıldığımız da oldu, bilinçli olarak ötekileştirildiğimiz de, kırılıp üzüldük elbette lâkin "değişmedik", bütün o zulümlere, iftiralara ve engellemelere rağmen hep "Hak bildiğin yolda yürü" düsturu ile hareket ettik, "Boş ver gönül, Allah(cc) büyük" diyerek Rabb'imize sığınmakta bulduk teselliyi. Dile kolay, bir ömür; "Aha geldim, gidiyorum" demişti, Emr-i Hakk vaki oldu, o gitti.
Ne kadar çok şeyi paylaşmışız gibi görünüyor değil mi? Üzerimde yarattığı etki buydu işte; o Arif'ti ve arifler bilirdi. Aslında kendisiyle hiç tanışma fırsatım - bir kapalı dört duvar arasında çay içmişliğim - olmadı ama en azından canlı dinleme şerefine erişmiş olmaktan dolayı mutluyum. Bir de; Ülkü Ocakları'nın internet forum sayfasında paylaştığım görüş ve şiirlerimi beğendiğini ve aynen devam etmemi tavsiye ettiğini bana özelden yazarak selamını ileten site yöneticisinin - beni sevinç gözyaşlarına gark eden - o mesajını okuduğum o kutlu anı hiç unutamam. Nasıl da gururlanmış mutlu olmuştum. Ozan Arif beni okuyordu daha ne isterdim ki. Çok sonradan anladım; demek ki o kadar yoğunluğun arasında biz gençlere de zaman ayıracak kadar davasına inanmış ve bu uğurda bütün varını ortaya koymuş bir yüksek iradenin sahibiydi aynı zamanda çağımızın Dede Korkut'u.
Özetin özeti; bugün ben Ülkücü Türk Milliyetçisi isem bunu rahmetli Ozan Arif'e borçluyum. O gün tohumları ekilen o ülkü, sazının teline her dokunuşunda, ondan haber aldığım her adımda büyüdükçe büyüdü içimde. Adeta ilmek ilmek işleyerek bir Ülkücü dava şuuru aşılamıştı bana ve benim gibi daha nicelerine.
Ardından ne yazsam ne söylesem az gelir biliyorum, onun manevi şahsiyetini tarif etmek gibi bir amacım yok, haddime de değil zaten. Tek söylemek istediğim; üzerimizde çok, pek çok emeği ve hakkı olduğu ve neredeyse yarım asra damgasını vurduğudur. Ben de kendi adıma - uzaktan da olsa - onun rahle-i tedrisinden geçme şansına eriştiğim için bahtiyarım.
Ruhu şâd, mekânı cennet olsun.
Allah(cc) rahmet eylesin.
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.