Avrupada modası geçmekte olup, ülkemizde sıcaklığını koruyan konulardan biri de çokkültürlülüktür. Çokkültürlü sosyal yapılanmalar özellikle sömürge ülkesinden 'anavatana' yerleşmiş yabancılarla, işçi göçü sebebiyle yerleşmiş yabancılara tanık olduktan sonra uygulanmaya başlanmış, liberal ve sol çevrelerde oldukça desteklenmiştir. Kabaca çokkültürlülüğü tarif etmek gerekirse, çokkültürlülük herhangi bir içtimai topluluk içerisinde farklı kültürlerin yanyana yaşatılıp devam ettirilmesi, bunlara devlet eliyle izin verilmesi, bu kültürlerin de oldukça yüzeysel prensiplerle birbirine bağlanarak bir liberal kültür oluşturulmasıdır. Burada ülkedeki mevcut egemen kültürün diğer azınlık kültürlerlerine egemenlik gütmediğini, bunun ancak genel prensipler üzerinde uygulandığının altını çizmek gerekiyor.
(Bu satırlar o kara günün kara gecesinde, yürekten gelen seslerin küçük bir kısmının kalemin ucundan sızışıdır.) Saat gece yarısına geliyor.Karlı İstanbul sokaklarında tek başıma yürüyorum. Sokaklarda arabalar geçiyor, insanlar dolanıyor.Bazı kafelerde oturanlar var.Hemen yanımda yeni yapılmış bir rezidans yükseliyor.Karşıma bir yarışma programının afişi çıkıyor. Bir ülkücü ölmüşken ni...
Ülkücüler Bayındır Tıp Merkezi'nin önünde toplanmış... Azmi başkan, orada toplanan kalabalığı teskin etmeğe çalışıyor... Televizyonlardan gördüğümüz bu idi... Sonra vakit ilerledi, tekrar geldi ve orada bulunanların asla duymak istemeyeceği sözler döküldü ağzından...
13 yaşında bir çocuk için hiç de öyle kolay olmuyormuş aslında. Hani umutlarını yüklediğin adamın gidişiyle çökersin ya... Ulan 13 yaşında çocuk ne anlar? Anlıyorduk işte... Yalnızca ocakta pişenlerin anlayacağı şeydi bu aslında... Yaşın kaç olursa olsun, fark etmemişti... Gencinden yaşlısına, kadınından erkeğine fark etmiyordu... Çökmüştük...
Buz gibi bir havada Ankara ve karlar altında... Sokaklar tanımadığım milyonlarca insan doluydu... Koca koca adamlar, koca koca kadınlar ve bizler; hüngür hüngür ağlayarak kanlı canlı hiç görmediğimiz, elini öpemediğimiz Türk'ün son Başbuğu'nu ebedi aleme uğurluyorduk...
DP dönemi yönetimi altındaki Türkiye'nin durumu günümüze kadar çok tartışılan bir süreçtir. II. Cihan Harbi yıllarında Türkiye'de uygulanan devletin geniş stok tutma politikasından ve tarım sektörüne gereken önem verilmemesinden sonra, Marshal Planıyla beraber piyasada ihtihayç duyulan her şey mevcut olduğu gibi o zamana dek görülmemiş ürünler de piyasada rahat temin edilebilir dur...
Fırat çağladı bugün
suya doydu toprak...
'Yılmaz' demiş anası
savaşır Yılmaz
bilir ki savaşırsa
bin yıllık çınar yıkılmaz
Kurtlar Vadisi'nde Seyfo Dayı vardı, hatırlarsınız. Öz dayımız kadar sevmiştik kendisini. Sonra önce dizi de daha sonra da gerçek hayatta dar-ûl bekaya intikal etti Nihat Nikerel...
Kendisine Allah rahmet eylesin, fakat konumuz bu değil. Dizi de herkesi hatırlayacağı bir sahne vardır. Çakır, Polat, Seyfo, Memati Tombalacı'nın evine baskına giderler. Tombalacı onlara pusu kurmuştur, saatli bomba döşeli tünelden bomba tam patlayacakken sağ çıkmayı başarırlar. Çakır geriye doğru "ölen var mı?" diye seslenir. Seyfo Dayı cevap verir "var" diye. Polat sorar "kim öldü Dayı?"...
İşte burada Seyfo Dayı tarihe geçmesi gereken ibretlik cevabını verir; "MERTLİK ÖLDÜ YEĞENİM, MERTLİK ÖLDÜ!"
Herkese değil, sana söylüyorum. Evet, sen, bu yazıyı okuyan kişi, sana söylüyorum. Benim kim olduğumu biliyor musun? Ben Fırat Çakıroğlu… Ege Üniversitesi Tarih bölümü 4. sınıf öğrencisiydim. 20 Şubat 2015 günü, üniversiteye yuvalanmış PKK militanlarınca bıçaklandım. Arkadaşlarım beni hastaneye polis aracıyla götürmek istediler, polis kabul etmedi. Cankurtaran tam 45 dakika sonra geldi....
Mustafa Kemal Atatürk'ün 1938'de vefaatinden sonra başlayan ve 1950'ye kadar süren süreç bir çok yönden Türkiye Cumhuriyeti için yeni ve Cumhuriyet tarihinin en tartışmalı bir dönemlerindendir. Bu dönemde yeni ekonomi politikası uygulandığı söylenemez. Lakin Türk ekonomi politikasında çok köklü değişiklikler yaşanan bir döneme gebe olan bir süreç olarak yine de olayları özetlemek g...
Fernand Braudel, "Tek bir tarih ve tek bir tarih metodu yoktur. Tarih kendi içinde görece esnek ve çok seslidir." Cümlesi ile olması gereken öğretici ve ders alınan tarih anlatısının ana hatlarını çizmiştir. Özellikle bizim ülkemizde tarih, geleceğe not düşmek amacından uzakta gündelik çıkarları şekillendirmek amacıyla kullanılan bir enstrümandır.
Tarih de mutlak doğru aramak yersizdir. Yaşanmış her olay dönemin şartlarına kısa, orta ve uzun vadeli siyasi hedeflere göre ele alınmalıdır. Mustafa Kemal'in Zübeyde Hanım'ın yaşadığı gayri meşru bir ilişkiden olduğunu söylemek yahut resmi tarih öğretisi doğrultusunda II. Abdülhamid Han'ı yahut bütünüyle İttihat ve Terakki'yi kötü/yok saymak her anlamda sakat temeller üzerine bina edilen konulardır.
Maalesef ülkemizde ideolojik kalıplara sıkışmış insanlar tarih bölücülüğü yapmaktadırlar. Kimi Türk tarihini Osmanlı temelli alıyor, kimi Karahanlılar devletinden itibaren alıyor vs. Türk tarihini bütünlüyle benimseyen Göktürklerden Türkiye Cumhuriyetine kadar kurulmuş tüm devletleri doğru ve yanlışlarıyla kabul eden bilinçli, ahlaklı ve yüksek eğitimli bir halk tabakamız henüz oluşmadı ve oluşacak gibi de durmuyor.
Hal böyle olunca yüz yıllık bir geçmişe sahip Lozan anlaşması güncelliğini koruyor ve yeni yorumlarla tazelenip temcit pilavı gibi sürekli önümüze sürülüyor. Tarih bilgisi olmayan, ahlak ve bilinç eksikliği bulunan elitist avam gündelik siyasi gündemler oluşturma çabası ile Lozan gibi konuları kullanarak topluma mesaj vermek gibi yapay bir eyleme başvurarak üretken rolünü oynuyorlar.