Sinan Oğan ve Türkçü Ufuk
Sinan Oğan'ın bir Youtube kanalında katıldığı programı henüz izleyebildim. Programı izlemeden önce muhalefetin aday belirleme sürecinde yaşanan olayları ve birtakım politikalarını protesto etmek için ilk turda Sinan Oğan'a protesto oyu vermeyi düşünüyordum. Ancak Sinan Oğan'ı izledikten sonra fikrim değişti, artık Sinan Oğan'a Sinan Oğan olduğu için oy vermeyi düşünüyorum.
Bir Türk milliyetçisi/Türkçü olarak Türkiye'nin aydınlık geleceğinin Türk milliyetçiliğinde/Türkçülükte olduğuna dair bir inanç taşıyorum (Yeri gelmişken, bu yazıda Türk milliyetçiliği ile Türkçülüğü eş anlamlı olarak kullandığımı belirtirim). Türkiye'de Yusuf Akçura'nın tespitiyle üç siyaset yapma tarzı vardır. Bunlar Batıcılık, İslamcılık ve Türkçülüktür (Belki bunlara azınlıkçıları da bir dördüncü olarak ekleyebiliriz). Bu üç ideoloji Osmanlı'nın son devirlerinde olduğu gibi bugün de hâlâ diri bir şekilde Türk siyasetine yön vermektedir. Bu üç siyasetten yalnız Türkçülük komplekssiz bir şekilde Türklüğün menfaatini önceleyen bir siyaset önerebilir. Çünkü bu üç siyasetten yalnızca Türkçülük için Türklüğün bekası öncelikli hedeftir. Batıcılar için Türk milletinin kültürü ilerlemeye manidir, bu sebeple kendimizi inkâr edip özgünlüğümüzü terk ederek batılı bir kişiliğe bürünmemiz tek kurtuluş yoludur. İslamcılar içinse Türklüğün özü ve aydınlık geleceğinin nerede olduğunun bir önemi yoktur, mühim olan dogmaları tam olarak yaşayabildikleri bir toplumun mevcudiyetidir. Yalnızca Türkçüler Ziya Gökalp'ın formülasyonuyla aynı anda Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak iddiasını taşırlar. Kendisine yabancılaşmadan ve millî kültürüne sahip çıkarak çağa ve dünyaya intibak sağlamak bu üç ideoloji arasında en çok Türkçülük için kolaydır. Türkçülük için öncelikli olan Türk milletinin çıkarları olduğundan Türkçülük her iki fikirden de istifade edebilecek özgüvene sahiptir. Türkçülük dışındaki iki siyasî temayülün birbiriyle diyaloğa ve diyalektiğe girmesi mümkün değilken Türkçülük bu her iki temayülden de istifade edebilir, bu temayülleri kapsayarak aşabilir. Bu pozisyonu Türkçülüğü Türkiye için tek seçenek kılmaktadır.
Bununla birlikte bu üç siyasî temayülden bugün itibariyle en güçten düşmüş görüneni de yine Türkçülüktür. Bu güçsüzlüğün Türkçülük dışında pek çok sebebi vardır. Ancak Türkçülerin de hepten kabahatsiz olduğunu söylemek mümkün değildir. Yine Yusuf Akçura Siyaset ve İktisat kitabında Türkçülüğün iki tarzı üzerine bir ayrım yapmıştı. Bu ayrıma göre iki tür Türkçülük yapma tarzı vardır. Bunlardan birincisi emperyalist, saldırgan, taşralı ve antidemokratik bir Türkçülüktür. İkincisiyse hukuka dayalı, savunmacı, şehirli ve demokratik bir Türkçülüktür. Türkiye'nin (ve hatta belki de dünyanın) tarihî tecrübesi ve sosyolojisi bu iki Türkçülük tarzından ilkinin daha ön plana çıkmasına sebebiyet vermiştir. Üstelik ilki şovenizme ve slogana dayandığından ilk tarz Türkçülüğü benimsemek sıradan kimseler için de daha kolaydır. Ancak bu ilk tarz Türkçülüğün fikrî olarak gelişip serpilmesi, fikrî arenada ideolojilerle mücadele edebilmesi tabiatı itibarıyla mümkün değildir.
Bugün Türk siyaseti içerisinde şöyle veya böyle Türkçülük iddiasında olan dört parti bulunmaktadır. Bunlar; artık kendisine bile hayrı kalmayan iktidarda olan partiden kendisini ayırt etmekte bile güçlük çeken ve devleti iktidar partisiyle özdeşleştirerek tamamen hikmetihükümetçi bir politikaya bürünen Milliyetçi Hareket Partisi, İslamcı ideolojiyi Türklüğünün önüne geçiren ve kurucu genel başkanının vefatından sonra gözden hepten düşen Büyük Birlik Partisi, siyasetini sırf mevcut iktidara muhalefet üzerinden konumlandırarak bu uğurda batıcılarla neoliberallerin arkasına takılan ve buna rağmen bu güruh için ayrılıkçılar daha muteber olmayı bir türlü başaramayan İyi Parti ve son olarak ortaya rasyonel hiçbir politika koyamayan salt şovenizm üreten Zafer Partisi'dir. Bu siyasî partilerin politikalarında Türkçülükten izler ve bazı benzerlikler olmakla birlikte hiçbirisi otonomi sahibi olmadığından, diğer bir deyişle hepsi bir başka Türkçülük dışındaki ve hatta aleyhindeki siyasî ideolojinin peşine takıldığından Türkçülüğe liderlik yapabilecek veya doktrin üretebilecek pozisyonda değildir. Hâl böyle olunca Türkçülerin kaderine de siyasî konjonktüre göre ya Türklüğün menfaatine en uygun düşen siyasî eğilime meyletmek veya bütünüyle siyasete küsüp köşesine çekilmek kalmaktadır.
Böyle bir konjonktürde Türk milliyetçiliğini zaten ayaklar altına almış olan ve iktidarı süresince Türkçülük aleyhine nice faaliyetler yürüten bunun da yanında bugün artık Türk milletine ve devletine açıkça zararlı olmaya başlayan iktidarın değişmesi Türkçü düşünceye sahip insanların ortak kanaatidir. Ancak alternatif olarak ortaya çıkan karşı cenahta Türk milliyetçiliğinin ayaklar altına alınmasına ve Türk devletinin bugünkü kötü sistemine müsebbip olan insanların da içerisinde yer aldığı, "ya biz ya eski sistemin devamı ha!" diye millete şantaj yapan ve milletin anketlerle ortaya koyduğu beklentilere ukalaca meydan okuyan bir kalabalık bulunmaktadır. Bu iki kötü arasından iyiyi seçmek Türk milliyetçiliğinin on yıllardır kaderi olan bir durum. Bununla birlikte Zafer Partisi'nin de içinde bulunduğu Ata İttifakı bir Türk milliyetçi olan Sinan Oğan'ı aday göstermişse de hem Sinan Oğan'ın siyasî konjonktür içinde seçilmesi pek mümkün gözükmemektedir hem de kendisini aday gösteren Zafer Partisi'nin slogan atmaktan ve kaba bir şovenizm yapmaktan başka rasyonel bir politikası olmaması Oğan'ın hanesine eksi olarak yazmaktadır. Bu düşüncelere sahipken Sinan Oğan'ın programdaki konuşmaları izledim ve Zafer Partisi'nden farkını gördüm. Oğan Türk milliyetçilerinin yakından tanıdığı bir kimsedir. Tüm cumhurbaşkanı adayları arasında tahsil itibarıyla da fikrî donanım itibarıyla da ve görünen o ki ahlak itibarıyla da en tercih edilesi isimdir. Ve yine görünen o ki "şu gitsin bu gelsin"ci diğer üç adayın dışında gerçekten bir ufuk sahibi olan tek aday da Sinan Oğan'dır. Böyle olunca "neden protesto için Oğan'a oy veriyorum, bilakis Oğan'ın bu ufku için Oğan'a oy vermeliyim" diye düşündüm.
Açıkçası Sinan Oğan'ın veya herhangi bir kimsenin şahsı Türkçülük için mühim değildir. Oğan'ın veya başka bir kimsenin tüm fikirlerine katılmak aklı başına otonomi ve onur sahibi bir insan için zaten mümkün değildir. Mühim olan Türk milliyetçiliğinin sahip olduğu potansiyele uygun bir ufkun çizilmesidir ki görebildiğim kadarıyla Oğan bu ufka sahip. Bugün Türk gençleri kendi milletinden utanmakta ve bireysel menfaatlerini yurtdışında gördüklerinden memleketlerini terk etmektedirler. Bu "giderlerse gitsinler" diye kaba bir siyasetle geçiştirilebilecek bir kayıp değildir. Türkiye'nin yetişmiş doktorları, mühendisleri, hukukçuları yurtdışına giderken Türkiye'ye savaş ve hapis kaçkını yabancılar doluşmaktadır. Dünyanın gelişmiş ülkeleri memleketlerini daha yaşanabilir yaparak dünyanın yetişmiş beyinleri için cazibe merkezi hâline gelmeye çalışırken Türkiye'nin kendi yetişmiş insanından vazgeçebilmesi düşünülemez. Kendi gençlerini korkutup kaçıran hatta siyasî düşünceleri ve dünya görüşleri dolayısıyla üniversitelerden uzaklaştıran iş imkânı sunmayan bir yaklaşımın Türkiye'yi kalkındırması düşünülemez. (Başka bir yazının konusu olduğundan burada ayrıntılandırmak istemesem de şu kadarını söylemeliyim: Türkçüler ülke içerisinde kendisine en uzak ideolojik görüşe sahip tek bir insanı bile kaybetmeyi göze alamamalıdır. Haklı olduğu iddiasındaki bir hareketin bu kimseyi de iknâ edebilmesi, diyalog kurabilecek özgüvene sahip olması gerekir. Aklın ve evrensel hukukun ölçütlerine uygun böyle bir yaklaşım sergilendiğinde en yabancı görünen insandan bile memleketin menfaatine faydalanılabilecek ve barış içinde yaşamanın mümkün olduğu görülecektir.)
Dahası Türkiye'de artık bir milletin varlığından bahsetmenin mümkünatı bile şüphelidir. Birbirine düşman ve imkân geçtiğinde hayat tarzını bir diğerine dayatmaya hazır dogmatik ve rasyonaliteden uzak iki kutbun arasında bölünmüş vaziyettedir Türk milleti. Türkiye'de aklın terkedildiği, rasyonel otoritenin gelişemediği iradeci bir siyasî yaklaşım hâkimdir. Bu tavır yalnızca iktidardaki siyasî partilerin değil, iktidara muhalefet eden siyasî partilerin de sahip olduğu hastalıklı bir tavırdır. Türkiye'nin şehirli, demokratik ve akla dayanan bir siyasî anlayışa ihtiyacı vardır. Şehirliliği alkol ve açıklıkla, demokrasiyi sağ değil de sol olmakla anlamlandıran sığ yaklaşımın yerine kategorik düşünebilen, refleksleri yerine eylem sebeplerini rasyonel argümanlarla temellendirebilen bir anlayış gerekmektedir. Akıl akılla uzlaşır, irade ise iradeyle uzlaşamaz. Bu sebeple akıl ortak paydasında birleşmek ve bir bütün hâlinde herkesin emeğini ortaya koyduğu, karşılığında da kimsenin şu parti bu şehir o fikir diye kayırılmadığı, herkesin üretilen huzur ve üründen rasyonel olmayan hiçbir ayrıma tâbi tutulmadan istifade edebildiği bir Türkiye inşâ edilmelidir. Bunu sağlayabilecek tek yol Türkçülüktür. Çünkü Türkçüler komplekssiz ve siyasî varlığını başka hiçbir kavrama referans vermeden doğrudan Türklüğü amaç edinmekle izah edebilen, böylelikle Türk milletinin evrensel ahlak ve etik ilkelerle uyumlu menfaatlerini koruyup yükseltebilecek, cumhuriyetin koduna tekrar işlerlik kazandırabilecek tek anlayıştır.
Türkçülüğün öncelikli amacı Türk milletini insanlık içerisinde hak ettiği şerefli konuma yükseltmektir. Küresel çapta barış ve iş birliğinin hâkim olduğu bir dünyanın kurulabilmesine öncü ülkelerden biri olan memleketi içerisinde huzur ve mutluluğun hâkim olduğu ve her bir Türk'ün şerefli ve mutlu yaşadığı bir Türkiye'yi inşâ etmek için demokratik, hukuka ve insan haklarına saygılı, şehirli bir Türkçülüğün Türkiye'nin hâkim ideolojisi olması gerekir. Bunun için var gücümüzle çalışacağız. Çalışan herkesi de destekleyecek ve ayakta alkışlayacağız!
27.04.2023
Pirali Çağrı ŞENSOY
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.