SİYASAL İSLAMCILIK HAREKETİ BİR SOSYAL VİRÜSTÜR
Siyasi İslamcılık hareketleri İslam tarihi boyunca bulundukları coğrafyalarda ve ülkelerde sürekli toplumsal yapının sarsılmasını tetiklemiş, toplumu kargaşaya sürüklemiş ama hiçbir zamanda düzen kuramamış hareketler olarak öne çıkmıştır. Çoğunlukla sıra dışı hareketler olarak kalmışlardır. Asıl tehlike, egemenliği paylaşma noktasına geldikleri zaman ülkede yaptıkların onarılmaz tahribatlar olmuştur. Kerbela, Sıffin savaşı ve ülkemizde tarihte benzer olaylar ve en son Menemen olayı buna örnektir. Toplumun gündemi aş- iş iken bu yapıların gündemi hep fitne, ötekileştirme ve ayrıştırma olarak karşımıza çıkmıştır. Türk milletini otuz altı etnik kökene ayırmanın gerekçelerini bu hastalıklı mantığın zihni formasyonunda aramak gerekir.
İslam medeniyetinin gerileme nedenlerini bilimsel temellerde arama yerine insanların az ya da çok dindarlıkları gibi sübjektif değerlendirmelerle ve halk yardakçısı yaklaşımlarla algı operasyonuna başvurma yoluna girmişlerdir. Onlara göre İstanbul'u fetheden asker çok dindar kurtuluş savaşındaki asker o kadar dindar değil(!) Ellerinde imanı ölçen aygıtlar var sanki.
Topluma dindarlığı(!) ve asr-ı saadeti yaşatacak özlemli bir ütopya vaadiyle yola çıkarlar. Her zaman olduğu gibi geldikleri nokta kendi sonları ve Mütedeyyin Müslümanların hayal kırıklığı olarak karşımıza çıkar. Deaş, Boko haram, El nursa, El kaide, Hizbullah ve adını daha sayamadığımız bütün yapıların ideali, mükemmel Müslüman tipine ulaşmaktır(!) İster kravatlıları isterse sarıklı olarak karşımıza çıksınlar, tek ortak paydaları kendileri gibi olmayana hayat hakkı tanımamalarıdır. Egemen oldukları yerde kendileri gibi düşünmeyeni, yaşamayanı ya yok ederler ya da etkisizleştirme yoluna giderler. Bu anlayış, devleti yönetiyorlarsa devlet kademelerinde, cemaat ya da tarikat mensubu iseler bulundukları alanlarda gerçekleştiriyorlar. Hâkim oldukları devletlerde nüfusun büyük çoğunluğu ülkeyi terk eder. Suriye, Irak vs.
Siyasi İslamcıların var olan kurulu düzene ve onun temsilcisi devlette karşı tavırları düşmancadır. Devlette çalışırlar ama devleti yok etmek, itibarsızlaştırmak ve ucube bir devlet anlayışını hâkim kılmak için alternatif devlet yapılanmalarına girerler. Bizim ülkemizdeki farklı paralel yapılanmalar gibi.
Toplum onlardan kurumları işletmesini ister onlar ise kurumları yok ederek ya keyfiliği ya da güçleri varsa alternatif kurumlar kurarak egemenliği ele geçirmeye çalışırlar. Ülkemizde son 18 yılda yapılanlar bu zihniyetin tarih boyunca yaptıklarının adeta özetidir.
Başta Gülen cemaati olmak üzere bütün cemaatler, tarikatlar ve milli görüşün temsilcisi olan AKP bu zihni çelişkiden kurtulamadı. Yani devleti yönetme değil ele geçirme mantığı AKP'de bir hastalık halini aldı. Devletin kurumlarını işlevsizleştirirken, sadece kendi kadrolarına hayat hakkı tanıdı tıpkı cemaat gibi. Böylesi siyasi İslamcı yapılar için geçerli tek kural var; rakiplerini düşman olarak görüp yok etmek ve hedefe ulaşmak için bütün yolları meşru saymak…
Adalet, hukuk, eşitlik, merhamet, vefa ve liyakat gibi değerler sadece üst kademe militanları için, din kardeşliği, ümmet kültürü sadece mensup oldukları dar çerçeve için geçerlidir. Aslında Ümmet derler ama ümmetten anladıkları kendi ideolojilerine gönül veren militanlarıdır. Kurumlarda liyakat ve objektif kriterler yerini biat etmiş militanlara bırakır.
Kontrolü gerginlik onları için var oluş gerekçeleridir. Zira hitap ettikleri kitleyi bu kontrolü gerginlikle ancak bir arada tutabilirler. Marx'ın diyalektiği onların toplumla iletişiminde vazgeçilmez kuraldır. Toplum onlar için şeytanlar ve melekler olmak Üzere ikiye ayrılmıştır. Meleklerin temsilcileri olarak şeytanları (muhalifleri) taşlamak onlar için bir dini vecibedir.
Devlet denilen ve yazılı kurallarla şekillenen yapılanmayı hafızaları alamaz. Bilindik, basit, sıradan, aşiret, tarikat ya da cemaat gibi klikleşmiş küçük yapılanmalara yönelirler. Ülkemizi otuz altı etnik gruba ayırma hastalığı bunların çarpık ideolojilerinin gereğidir. Ahlaki değerler dünyalarında yer edinmez zira onlara göre devlet denilen aygıtı ele geçirmek ve yok etmek için bütün yollar meşrudur. Aziz vatana ve onun devletine savaş açarlar. Onlara göre ülke "Darül harp" içindedir Dolayısıyla var olan düzeni yıkmak için bütün yollar meşru ve dini bir vecibedir.
İdeolojik düşünmeleri onların olayları objektif değerlendirebilme, vicdani muhasebeye başvurabilme gibi bütün yeteneklerini de kaybettirmektedir.
Bu özellikler ışığında ister AKP ister herhangi bir cemaat ya da tarikatı değerlendirin karşımıza klişeleşmiş ve iflah olmaz ortak özellikleri çıkar.
Velhasıl siyasal İslamcılık bir hastalık olarak mağdur ve mazlum İslam medeniyetinin başına çoraplar ören yaşadığımız koronavirüs gibi sosyal bir virüs olarak etkisini sürdürmeye, mütedeyyin insanımız dâhil olmak üzere herkese zarar vermeye, değerleri aşındırmaya, insanları dinden soğutmaya ve İslami zarafeti, güzelliği ve ulviyeti kirletmeye devam ediyor.
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.