Tevbe-i Nasûh
Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi Çiçek: Reform kelimesi çok aşındı, kimse bir şey beklemesin: "Bize topyekün bir tevbe-i nasûh lazım"... demiş,
Bu kavram, dilimize, samimi içten bir pişmanlık ile yapılan bir tövbe olarak çevirebiliriz sanıyorum. bu kavram Türk edebiyatının eski metinlerinde çok görürüz. Örneğin: Zâhid bileydi keyf-i şarâb-ı hakîkati/Eylerdi rinde nushuna ol tevbe-i nasûh (Harputlu Rahmî).
Yani: "Zahid hakikat şarabının nasıl olduğunu bilseydi, rintlere ettiği nasihatler için tevbe-i nasûh ederdi."... Bazı beyitlerde, "nasûh" kelimesiyle aynı köke sahip olan "nâsih/nasîhatçi" ve "nush/nasihat" kelimelerinin birlikte kullanıldığı da görülmektedir.
Bazen "Tevbe-i nasûh" kavramındaki "Nasûh" bir kişi olarak telakki edilir. Hadi burada meraklısına Mesneviden bir hoş hikaye yapıştırayım:
Bir zamanlar Nasûh adında bir adam vardı.
Yüzü, kadın yüzüne benzediği için daima erkekliğini gizler ve bu sayede kadınlar hamamında tellâk olarak çalışırdı. Yüzü ve sesi kadınlarınkine benzediği için yıllarca bu işi yaptığı hâlde kimse onun sırrına vakıf olamamıştı. Nasûh, çarşaf giyip başını ve yüzünü örttüğü için tanınmaz, bu sayede padişahın kızlarını bile yıkayıp ovalardı. Ara sıra tövbe edip bu işten elini ayağını çekse de kendisini bu çirkin işten kurtaramayan Nasûh bir gün bir ârife giderek "Duanda beni de hatırla!" dedi.
Ârif kişi Nasûh'un sırrını anladı ama bunu açığa vurmadı. Ârif, hafiften tebessüm edip "Cenab-ı Hak, bildiğin şeyden seni tövbekâr kılsın" dedi.
Bu dua kabul oldu ve Nasûh şöyle bir olay yaşadı:
Bir gün padişahın kızının küpesini süsleyen incilerden biri kayboldu. Hamamdakiler kaybolan inciyi arayıp bulmak için hemen kapıları kapattılar, her taraf adamakıllı arandığı hâlde inciyi çalan bulunamadı. İnci bir türlü bulunamayınca hamamda genç, ihtiyar kim varsa çırılçıplak olmaları emredildi. İnciyi bulabilmek için kızın dadısı herkesi adam akıllı muayene etmeye başladı. Korkuyla bir köşeye çekilen Nasûh'un yüzü sararmış, dudakları morarmış ve kendinden geçmişti. Yakalanıp öldürüleceğini düşünen Nasûh, şöyle dua etti: "Ya Rab, pek çok kötü işler işledim. Bunca ahdi ve tövbeyi bozdum. Arama sırası bana gelirse bu benim canım, kim bilir nasıl mihnetler çekecek! Rahmetine geldim, aman kerem eyle. Vakit daraldı, fazlın ile feryadıma yetiş! Şimdi eğer bana Settârlık eder, suçumu örtersen bütün uygunsuz işlere tövbe ediyorum. Ya Rabbi, tövbemi bu defa da kabul buyur da ona iyice kemer bağlayayım. Eğer bunda da bir taksirim olursa bir daha duamı kabul eyleme."
Arama sırası Nasûh'a gelince aklı başından, canı teninden gitti. Ansızın biri "Kaybolan inci bulundu. İşte o kaybolan inci!" diye bağırdı. Nasûh padişahın kızına herkesten çok daha yakın olduğu için hepsi ondan şüphelenmişti. Onun için kadınlar, ondan helâllik dileyip özür getirerek gönlünü almaya çalışıyorlardı.
Nasûh'un tövbe etmesinden ve tövbesinin kabul edilmesinden sonra padişahın kızının yine Nasûh'u tellâklik için davet etmesi üzerine Nasûh şöyle diyerek gitmedi ve bir daha da o işe bulaşmadı:
"Suçum sayısız. O azabın korkusuysa hatırımdan çıkmıyor. Öldüm, yeniden dirildim. Ölümün yokluğunun acısını tattım. Hakk'ın lütfu beni tövbekâr kıldı. Can tenden ayrılmadıkça onda sabitim. Bu mihneti gördükten sonra ancak eşek olan o tarafa ayak atar."
Kıssadan hisse, "Tevbe-i nasûh" kolay bir şey değildir, önce tam dibi bulacaksınız, Bu dibi görme o kadar canınızı yakacak ki pişmanlıktan içiniz cayır cayır yanacak. Bütün bunları çekeceksiniz ancak ondan sonra hikayede olduğu gibi "ancak eşek olan o tarafa ayak atar" diyeceksiniz.
Bu politikacıların yapabileceği bir şey değil…
Ülke olarak da henüz tam dibi bulmadık, bir bulalım da belki akıllanırız..
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.