YÜRÜ!
Yürü, bu yol şeref zafer yolu
Karşında bekliyor seni tan yeri
Yürü, atıl devir karanlığı
Durma yürü, haydi ileri!
Bir nesil eğer huzur içinde yaşayabiliyorsa, bir önceki neslin dikenli, taşlı, zor ve çetin yollardan ayakları kanaya kanaya yürümesi sebebiyledir. Eğer bir nesil bugün zor ve çetin yollardan yürümek zorunda kalıyorsa da bir önceki neslin yanlış tercihleri ve rahat içinde dününü unutması sebebiyledir. Öyleyse, her neslin huzur ve refah içinde yaşamasının yolu nedir? Dününü, nereden geldiğini ve nereye gittiğini unutmadan, geleceğini kurmaktır diyebilir miyiz? Ülke içinde huzur ve refahın sürekliliği nasıl sağlanabilir? Kanaatimce tarihini iyi bilmek ve yanlışlarından ders çıkarmakla başlanabilir.Yolunu tarihin ışığı ile aydınlatıp, geleceğini çağın gerekliliklerine uygun şekillendiren nesiller ancak bunu başarabilir ve geleceğini garanti altına alabilir.
Kocatepe'ye çıkan dik yokuşlar boyunca dün, bugün ve yarınları düşündüm. Bugün yürüdüğümüz yer yer zifiri karanlık, yer yer jeneratör ışıkları ile aydınlanmış asfalt yol; 101 yıl önce geceleri ay ışığından başka ışık almayan ve belki de dağ başında çobanlardan başka kimsenin bilmediği toprak bir yoldu. Koyu karanlığın içinde ilerlemekte zorlanırken, arkada Onur ve Özge'nin sesi duyuluyor:
Yürü, bu yol şeref zafer yolu
Karşında bekliyor seni tan yeri
Yürü, atıl devir karanlığı
Durma yürü, haydi ileri!
Marşın güzelliği ve ortama uyumundan mıdır nedir bilinmez, yorgunluktan titremeye başlamış dizlerimiz sanki çağlar ötesini aşmaya yetecek güce kavuşuyor bir anda. Hepimizin adımları sertleşiyor, duruşumuz dikleşiyor. Âdeta karanlığı devirmek için yürümeye başlıyoruz. Beş kişiyiz ama daha kalabalık olduğumuzu hissediyoruz. Sanki yanımızda bir kağnı, yükünü yüklemiş ağır ağır menzile doğru ilerliyor. Bir grup asker sabaha ölümle burun buruna geleceklerini bile bile, en ufak bir tereddüte kapılmadan önümüzde sessiz, fakat kararlı adımlarla yürüyor. Yolun sonunda nurlu bir sabah onları bekliyor. Bunca cefa boşuna çekilmiş olamaz. Bizler zihnimizde canlanan ikmal hattının fevkaladeliğini düşünüp şaşırırken; onlar imkânsızlıkların içinde neyi başaracaklarının henüz farkında değil. Hedefe varmak için var güçleri ile yürüyorlar...
Ya istiklâl, ya ölüm
Savaşlardan, yokluktan yılmış bir millet. Bir başbuğ çıkıp onlara "Yürü ve ömrünü karartan şu karanlığı yırt at, ömrünü aydınlatacak ziya ancak senin ellerinle gelecek!" diyor. "Silah yok, mermi yok." diyorlar;"Süngünüz var." diyor, yetmediyse yumruklarınız... Gerekirse bir aslan olup pençelerinizle düşmana saldıracaksınız. Onlar da emre itaat edip yola düşüyor. Böylece uyuyan dev uyanıyor ve istiklâlini kurtarmak için kutlu bir kavgaya giriyor. Bu noktadan sonra yorulmak, yılmak ve vazgeçmek yok. Parola tek: "Ya istiklal, ya ölüm!".
Vatan kaybetmenin acısını en iyi bilenlerden biri şüphesiz Mustafa Kemal'di. Varlığını Türk varlığına armağan etmiş, son nefesinde dahi vatan toprağı Hatay'ın bağımsızlığı için mücadele etmişti. Türk milletine Allah tarafından bir lütuf olarak bahşedilen Mustafa Kemal, tıpkı Ergenekon efsanesindeki bozkurt gibi bu yorgun milletin önüne geçmiş ve emperyalizmin üzerimize ördüğü demir duvarları eritmenin yolunu göstermişti. Koca koca dünya devletlerinin Anadolu topraklarına yığdığı tam teçhizatlı ordular, tabiri caizse "yalınayak, başıkabak", silahları bir önceki yüzyıldan kalmış savaş yorgunu bir orduyla nasıl mağlup edilecekti? Kimsenin aklının almadığı bu harekât tarzı, Mustafa Kemal ve etrafında ona inanmış bir grup paşanın kararlılığı ile varoluş mücadelesini ateşledi. Artık korkaklığa yer yoktu. Ya esarete mahkûm olunacak ve ömür boyu bu utançla yaşanacaktır ya da topyekûn taarruza geçilerek bu uğurda can verilecektir. Demir dağlar ancak bu inançla eritilebilirdi.
Zafer Yolu
25 Ağustos'ta Afyon'un Şuhut ilçesinde, Hacıvelioğlu Konağı'nda, Atatürk'ün arkadaşları ile birlikte taarruzu planladığı odada Şuhutlu araştırmacı Habib Akalın, kendisine nakledilenleri ve araştırmaları sonucu bulduklarını bize anlattı. Hikâyeleştirerek anlattığı bilgileri şaşkınlıkla dinledik.
Bu güzel konağa zaferden sonra "Atatürk evi" denmiş. Oradan çıktığımızda saat 00:30'du. Şimdi Zafer Yolu'nun başlangıcı Çakırözü Köyü'ne geçmemiz gerekiyordu. Çakırözü Köyü'nde Zafer Yolu'nu yürüyecekler devlet töreni ve köylülerin alkışları ile uğurlandı. Kalabalık bir ekip önden gitmişti. Biz ise uğurlanan son grupların arasındaydık.
Yürüyüşe heyecanla başladık. Hava açık ve pırıl pırıl... Gökyüzüne bakınca samanyolunu berrak şekilde görebiliyoruz. Yolun belirli noktaları jeneratörlerle aydınlatılmış, ara noktalara dinlenme alanları yapılmış. Yol dikleştikçe sırtınızda taşıdığınız çanta gittikçe ağırlaşıyor ve dinlenme noktalarına ulaştığınıza seviniyorsunuz. Dinlenme noktaları farklı illerden gelmiş insanların birbiri ile sohbet edebileceği bir nokta aynı zamanda. Aynı amaç ile yola çıkmış farklı yaş gruplarından yüzlerce insan bu noktalarda buluşup birbirlerine nereden geldiğini soruyor. Bu yolu yürüyen herkesin aklında aynı soru ve gözlerde aynı minnet duygusu: "Biz bu kolay denebilecek şartlarda bu kadar zorlanıyorsak, onlar, büyük zaferi getirecek yolculuğu onca imkânsızlık içinde, 5,5 saatte nasıl tamamladı?"
Yolun tam ortası zifiri karanlık, rüzgâr adeta içinize işliyor. Sanırım yürüyüşün en zorlu kısmı burasıydı. Saat 3 sularında yorgunluk hissetmeye başlasak da yolumuza devam ediyoruz. Zaman zaman İzmir Marşı, zaman zaman İleri Marşı ile yürüyoruz. Önde bayraktarımız ve en gencimiz Emirhan başında ayyıldızlı kalpağı ile şanlı bayrağımızı taşıyor. Yaşından büyük bir vakar ile yolun anlamını idrak ettiği her hâlinden belli. Ne üşüdüm, ne yoruldum diyor. Arkasında İkbal Hoca, Onur, Özge ve ben bir yandan yürüyor bir yandan dünü, bugünü ve yarınları konuşuyoruz.
Yolun son 3 km'sinde Özge ve Onur telefondan İleri Marşı'nı açıyor. Marşın sözleri zamana ve mekâna tam uyuyor. Karşımızda anıt görünmeye başladığında yaklaşık 1 saatlik yolumuz kaldığını tahmin ediyoruz. Hep bir ağızdan söylediğimiz marş, tan yerinin bizi beklediğini müjdeliyor.
Yürü, bu yol şeref zafer yolu
Karşında bekliyor seni tan yeri
Yürü, atıl devir karanlığı
Durma yürü, haydi ileri!
Karanlık arkamızda devrilmeye başladığında toplanma alanına ulaşıyoruz. Karşımızda Türk askeri, yolcular için hazırladığı sıcak çorbayı ikrama başlamış. Çorbamızı içip yolun son noktasına, Atatürk'ün taarruz emri verdiği Kocatepe'nin zirvesine doğru yola koyuluyoruz. Zirveye vardığımızda tan yeri yavaş yavaş ağarmaya başlıyor. Yıldızlar tek tek sönüyor, demir kazık ise hâlâ gökyüzünde bir fener gibi parlıyor. Hepimiz taarruz emrinin verildiği noktaya ulaşmaktan dolayı mutluyuz. Bu noktada rakım 1807 m. Rüzgâr ayakta durmamızı bile zorlaştıracak kadar kuvvetli.Atatürk'ün izlediği gibi biz de Afyon ovasını izliyoruz. Onun gözleri ile bakıyor, bugünü onun zihni ile okumaya çalışıyoruz.
Bu yolculuk bize çok şey kattı. Yola çıkmaya 7 kişi karar vermiştik fakat iki arkadaşımız sağlık sebebiyle bize katılamadı. Burada değillerdi fakat yüreklerinin bizimle attığından eminim.
Biz Cumhuriyetin nasıl kazanıldığını bu yolla tekrar idrak ettik. Bir kez daha Mustafa Kemal Atatürk'e, silah arkadaşlarına ve onun bir emriyle çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek demeden ölüme atılmış atalarımıza minnet duyduk. Bütün şehitlerimizin aziz ruhları şâd olsun. Büyük zaferimizin 101. Yılı kutlu olsun.
-----------------------------------------------------
Bu yazı vesilesiyle üzüldüğüm iki noktayı sizinle paylaşmak istiyorum. Yol boyunca o ruhun ve millî bilincin hâlâ diri olduğunu düşündüm fakat bazı yürüyüşçülerin ellerindeki su şişelerini ve diğer atıklarını yol kenarlarına atmasına kahroldum, toprak altında yatan şehitlerimizin bundan incindiğini düşündüm. Millî bilincin yanında nesillerimizde çevre bilincini de uyandırmamız gerekiyor. Üzüldüğüm diğer konu ise, bu yılki yürüyüşün bir öncekilere göre daha sönük geçmesiydi. Önceki yıllarda bu yolu yürümek isteyen fakat sağlık sebebiyle tamamlayamayanlar için belediye araçları yol boyunca belirli aralıkla sefer yapar ve yolcuları anıta kadar taşırdı. Şimdi ise ambulanslar dışında hiçbir araç bu işi yapmıyor. Onlar da sanırım ciddi bir sağlık sorunu olmadan yolcu almıyor. Türk milletinin bu şuura erişmesi ve yürüyüşün daha büyük bir kesime hitap etmesi için bence eski uygulama sürdürülmeli. Umarım seneye bu iki konu düzelir.
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.