Esenyurt’ta Silahlı Saldırı
Ve Türkiye'de Adalet Sisteminin İflası
Türkiye pazar sabahına kamuoyunu derinden sarsan bir silahlı saldırı ile uyandı. Uzun süre etkisini devam ettirecek silahlı saldırılara bir yenisi daha eklendi.
Saldırıyı gerçekleştirenler muhtemelen süratle yakalanacak. Bunda pek şüphe yok. Ancak kamuoyu bu saldırının son olacağı ve saldırganların adil şekilde yargılanıp hak ettikleri cezayı çekecekleri hususlarında büyük kaygı ve şüpheye sahip.
Zira Türk yargı sistemi çok büyük yaralar aldı. Yapılan değişikliklerle çalışmaz hale geldi. Türk toplumunun son 20-25 senedir yaşadığı kalitesizleşme ve ahlaksızlaşma yargıya da yansıdı. Bu toplumdan çıkan hâkim, savcı, avukat, polis, asker, kasap, bakkal vs meslek ayırt etmeksizin ahlaksızlaştı ve kalitesizleşti. Biraz somutlaştıralım.
Darphaneye Dönmüş Hukuk Fakülteleri
Çok fazla hukuk fakültesi var. Bu fakülteler her yıl binlerce mezun veriyor. Bu mezunlar çok çeşitli mesleklere dağılıyorlar. Tabiî ilk başta avukatlık sonra hâkim ve savcılık mesleklerinde toplanıyorlar. Ancak artık tuz koktu. Avukatlık ruhsatı alıp seyyar satıcılık ya da kuryelik yapmayı tercih eden kimselere rastlanıyor.
Üniversitelerin hukuk fakülteleri hukukçu yetiştiremiyor. Buralardan mezun olup gençlerin çok basitçe avukatlık ruhsatı almasına ya da her türden cemaat, tarikat ve siyasi bağlantı kullanarak hâkim savcı olmasına bakmayın. Bilhassa özel üniversiteler ve tedricen bütün üniversitelerin eğitim seviyesi vahim derecede düştü. Ceza kürsüsünde yüksek lisans yapan araştırma görevlisi ticaret hukuku derslerine giriyor.
Bu, su altında çok iyi yüzen bir penguenden bir de uçmasını beklemek gibi bir şey. Örnek verdiğim bu alanların ve örneğe dahil olmayan diğer alanların mevzuatı, külliyatı, mantığı birbirinden çok farklıdır. Birçok üniversitedeki bu uygulama sadece öğrenci mezun etmeye yönelik başka hedefi yok. Amaçları da zaten daha çok para kazanmak. Hukuk fakültesinden mezun olan öğrencinin en azından hukuk mantığına sahip olması beklenir. Ancak artık mezun olup mesleğe başlayanlar arasında ilgili kanunu hiç okumamışlar dahi var. Hâkim, savcı ve avukat olan bu insanlardan adalet sisteminin beklediği şeyler; hukuki yorum, adalet, hakkaniyet. Hukuk bir sosyal bilim. Bir sosyal bilimci 15 ila 20 yılda yetişir. Bizde hukuk fakültesi diploması neredeyse lise diplomasına indirgendi.
Avukat liyakatsizliği
Avukatlık serbest meslektir. Serbest meslek tabiatı gereği rekabeti barındırır. İşini iyi yapmayan avukat müvekkil çevresince dolaylı yoldan tercih edilmez. İşin ehli avukatlar rağbet görür. Bu bakımdan mevcut avukatların kalitesizliği yargıya doğrudan etki etmez. Ancak işin ehli avukat tanımı uygulamada farklı bir mecraya evrildi. Artık işin ehli olmak büyük ölçüde hukuki mevzuata hâkim olmak, kanunu yorumlayabilmek, hukuk çerçevesinde çözüm üretebilmek değil. Bunlar yerine işin ehli olmak aşağıda da bahsedeceğimiz üzere semt pazarına dönmüş adli sistem içinde kanunun arkasından dolaşabilecek illegal yolları kullanmak, belki süratle iş bitirmek ama legal her türlü yolu sürate kurban etmek, güzel rüşvet verebilmek, yukarıdan kocaman koltuklara sahip insanları tanıyabilmek türünden anlaşılmaya başlandı.
Yargının diğer ayağı hakimlik ve savcılık serbest meslek değil. Dolayısıyla rekabet ortamı yok. Çalışsalar da maaş alıyorlar çalışmasalar da. İşlerini iyi yapsalar da yapmasalar da. Ama orada da başka meseleler var.
Bıyıklı Hâkimler ve Savcılar
Yargıda FETÖ ihraçları dolayısıyla çok ciddi bir açık oluştu. Bu ihraçların bir kısmı mesnetsiz ithamlardı ve yargılamalar neticesinde bir kısmı beraat etti. Bir kısmı görevine iade edildi. Bu kadar FETÖ'cü neden yargıya dolduruldu sorusunun cevabı da zaten bu yazıda mevcut. Tarikat, cemaat ve siyaset üçlüsünün devleti bölüşmesi diye kısaca özetleyebiliriz. Ancak nihayetinde yargıda ciddi bir açık oluştu. O kadar ki menfur darbe teşebbüsünden sonraki yılda bütün ülkede yargı sistemi 1 yıldan uzun müddet sürüncemede kaldı. Zira karar verecek hâkim, savcı dahi yoktu. Yeri gelmişken adalet sistemi sadece hâkim ve savcıdan ibaret değil. Mesela icra müdürlüklerinde de memur kalmamıştı.
Her neyse oluşan bu büyük açığı süratle doldurmak gerekti. Zira hayat devam ediyordu. İşte o dönemde 2-3 aylık hakimlik ve savcılık stajlarından sonra atamalar yapıldı. Hukuk sadece kanunların okunmasından ibaret değildir. Esasında bu ilk ve temel aşamadır. Okuma yazma bilen herkes kanunları okuyabilir. Ezberleyebilir de.
Avukatlık, hakimlik ve savcılık vatandaş ile nasıl konuşacağınızı dahi bilmeniz gereken mesleklerdir. İfade alırken sorduğunuz soruyu sade vatandaşın anlaması gerekir. Ancak yeni hâkim ve savcılar o kadar genç ve tecrübesizdirler ki vatandaşın ve adliye personelinin kendilerine biraz karizma atfetmeleri için bıyık bıraktılar. Bu eskiden beri uygulanır belki. Ama son zamanlarda bıyıklı hâkim ve savcıya en fazla o dönemde rastladık. Özverili çalışmaları bir yana ama hukuki altyapıları, vatandaşla muhatap olurken nasıl hitap etmeleri gerektiğini dahi bilmiyorlardır. Bu sadece bir örnek. Liyakat meselesinin sebepleri daha fazla.
Hâkim ve savcı bağımsızlığı kalmadı
Liyakatsiz hakimlerin ve savcıların adalet teşkilatında bulunması bir yana, özveri ile çalışan, en azından kanuna uygun adaleti ve hakkaniyeti yerine getirmeye çalışan hâkim ve savcılar büyük baskı altında.
Yine somut örnek verelim. Herhangi bir ilçenin iktidar partisinin (burada iktidar partisi tek hedef değil, muhalefet partilerinin de kendi çaplarında bu güçleri (!) mevcut) aday adayları çok rahatlıkla hâkime ya da savcıya karşı istediği baskıyı kurabiliyor. Hâkim ve savcı odalarına her türden işi için girip çıkabiliyor. Bunlardan illallah eden hakimlerin koruma polislerinden odada görüşürken en azından dışarı çıkmamasını rica ettikleri vakalar dahi var. Varın gerisini siz düşünün.
Peki, hâkim ve savcılar hiç mi adil ve hakkaniyetli karar vermez, Elbette ki verir. Türk hukuku onların yüzü suyu hürmetine ayakta desek abartmış olmayız. Ancak bir yere kadar. Eğer iktidardan bir kimsenin pek istediği bir karar çıkmayacaksa hâkim olarak aniden kendinizi başka bir mahkemede bulursunuz.
Sık başvurulan bir yoldan örnek verelim. Asliye ceza mahkemeleri tek hakimlidir. Buradaki hâkim makbul (!) değilse çok rahatlıkla bir ağır ceza mahkemesine atanabilir. Makbul (!) olmayan hakimimiz ağır ceza mahkemesine atandı, işte terfi diye düşünmeyin. Zira Ağır ceza mahkemeleri heyettir. Bir ağır ceza reisi ve iki üyeden müteşekkildir. Başkanı ve üyeyi bağlarsanız diğer üye isterse eliyle ayı ikiye yarsın yine sizin istemediğiniz bir karar o mahkemeden çıkmaz.
Adliyeler açık hava pazarları haline geldi
Adliyeler, istinaf mahkemeleri ve Yargıtay'ı ayırmaksızın büyük bir rüşvet ve adam kayırma pazarı haline geldi. FETÖ borsası kısmen ifşa olmuştu. Ancak bu borsa vakanın çok küçük bir kısmı. Artık nitelikli hukuk bilgisine sahip avukat aranmıyor. Vatandaş, dosyasının savcısının ya da hakiminin her nevi veri platformundan topladığı bilgi ile fakültedeki arkadaşına dahi ulaşıyor. Bu avukatı arayıp doğrudan hâkim ile arkadaşlığını bildiğini, bu arkadaşlığı vasıtasıyla dosyasında lehine işlem yapıp yapamayacağını dahi soruyor.
Her türlü kanun ve nizamdan uzak avukatlarımız vatandaştan ücret isterken bir hâkime, bir savcıya ve bir de kendine pay ayırarak talep ediyor.
Satın alma gücünüze göre karar süreciniz hızlanıyor ya da yavaşlıyor.
En ufak trafik kazasında dahi telefon numaralarınız dahil her türden veriniz ve bilginiz illegal veri havuzlarına satılıyor. Peki, kim tarafından? Trafik polisi, olay yerinde ilk müdahaleyi yapan ambülans personeli, hastane personeli, oto sanayi çalışanları vs. neredeyse aklınıza kim gelirse onun tarafından. Bu yazıyı okuyanların başlarından bir kaza geçtiyse bilhassa ilk iki hafta boyunca neden ve nasıl 15-20 hukuk bürosu ya da eksper tarafından arandıklarını öğrenmişlerdir.
Sık sık değişen infaz kanunu caydırıcılığa mâni oldu
Cezanın bir amacı da caydırıcılıktır. Mevcut iktidar, kendinden önceki hükumetleri -ki bu hükumetler Hititler ya da Asurlar devrinde kaldı artık- sık sık af çıkarmakla itham ediyor. Mesela, meşhur Rahşan Affı.
Peki, kendisi ne yapıyor? Sözde af çıkarmıyor. Ama infaz yasasında sık sık değişiklikler yapıyor. Bunun adı örtülü af. Dev gibi cezalar vermenizin cezayı infaz etmedikten sonra hiçbir anlamı yoktur. Covid-19 salgınının neredeyse adı unutuldu ama cezaevlerin hala Covid-19 salgını sebebiyle izinler kullanılıyor. Yani cezası kesinleşmiş. İçerde yatması gereken vatandaş sık sık yapılan infaz yasası değişiklikleri ve Covid-19 izinleriyle ile 1 gün ya da 1 hafta içeri girip çıkıyor. Bu şekilde hem suç işleyenler arsızlaşıyor hem de kamuoyunun adalet duygusu ortadan kalkıyor. Mağdur kimse uğradığı haksızlığın devlet tarafından takip edilip cezasının verilmeyeceğinden neredeyse emin hale geldi.
Ceza Muhakemesi Kanunu'nda hükmün açıklanmasının geri bırakılması diye bir madde var. Sade vatandaş bunu denetimli serbestlik ya da kararın ertelenmesi vs şeklinde biliyor. Maddenin uygulaması öyle bir hal aldı ki vatandaş ilk suç devletin cebinden nasıl olsa hiç infaz edilmeyecek rahatlığıyla her türden suçu işliyor.
Nihayetinde vatandaş kendi adaletini sağlama yolunu buldu
Bütün bu izah ettiklerimiz hayal ürünü değil. Her gün yaşanan olaylar. Büyükşehirlerin mahalleleri küçük mafyacıklarla doldu. Mafya mantar gibidir. Uygun şartlarda meydana çıkar. Hukuka hiç güveni kalmamış vatandaş mafyaya ihtiyaç duyar. Hukuktan hiç çekinmeyen vatandaş da kendi mafyasını kurar.
Esenyurt'ta tekel bayinde işlenen cinayet yine ve yeniden hepimizi dehşete düşürdü. Doğru. Ancak bu yazının hazırlandığı esnada Gaziosmanpaşa'da bir taksiye silahlı saldırı düzenlendi. Taksi şoförü öldü. Bitmiyor ve yukarıda izah ettiğim şekilde devam ederse hiç bitmeyecek, artarak devam edecek!
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.