KOVA
Selim amca uyandı. Bahçeden porselenin kırılma sesi geldi. Saniyesinde mutfaktan "aptal kedi" diye bağırdı kadın. Gıcırdadı bahçe kapısı. Merdivenden indi terlikler. Porselen tabak parçaları toplandı. Bahçe kapısı açık kaldı. Televizyonun sesi, sokak satıcıları… Selim amca kalktı yataktan. Yıkadı elini yüzünü. Giydi her zamanki kahverengi takımını. Arabanın kapı koluna dokununca ürperdi serinlikten. Nemlenen elini sildi paltosuna. Oturdu şoför koltuğuna. Durdu öylece. Araba parfümünün kokusu yaktı genzini. Nefesinden çıkan dumana baktı. Çevirdi kontağı.
Kartal plaza çalışanları bindi teker teker servise.
Trafik, kısık seste çalan radyo, buğulu camlar canını sıkıyordu Selim amcanın. Herkes indi sonra. Selim amca ve yoldan geçen arabaların boğuk sesi vardı içerde.
Ağır cam kapıyı iterek girdi içeri. Sıcaktı burası. Arkadaşları, uzaktan tanıdıklar ve orda burada gördüğü adamlar. Çay içiyorlar, muhabbet edip, televizyon izliyorlardı. Küçük tahta bir tabureye oturdu. Okey taşları, bardakların tabaklarını dövdüğü sesler. Burun çekmeler, öksürmeler. Hep karışmıştı birbirine. Masadaki gazeteyi aldı önüne. Eli göğsüne gitti. Yoktu yakın gözlüğü. Paltosunun ceplerine baktı. Kurumuş mendillerden başka bir şey yoktu. Ofladı derinden. İtti gazeteyi önünden. Masa örtüsünün kaymasına bile sinirlendi. Çıktı dışarı. Bir sigara yaktı. Onu da istemedi canı attı yere. Kundurasının ucuyla ezdi iyice. Yürüdü elleri cebinde. Dalgalardan gelen damlalar yüzüne, boynuna vurunca rahatlıyordu sanki. Ferahlıyordu. Yürüdü. Saat dokuz buçuk olmuştu. Saatin metalinden bile üşüdü Selim amca. Bir olta gördü. Kendi başına duruyor. Tutan yok oltayı. Baktı ki olta da kimseyi tutmuyor. Kovası yanında. Kovanın içine baktı. Sudan başka bir şey yoktu.Baktı etrafa Selim amca. Sonra ufak bir tekme attı. Denize düşüşünü izledi. Yuvarlandı önce kova. İçindeki suyu döverek düştü denize. Bir şapka gördü denizde. Bir de yağmurluk. Parlak sarı. Açılmış kolları iki yana suyun üzerinde yüzüyor. Eğildi baktı iyice denize. Kimse yoktu. Olsa daha mı iyiydi? Düşünmedi.
İlerde polis arabası gördü. Kapısı açık. İki polis yanında. Arabanın içinde battaniyeye sarınmış elindeki fincanı sıkıca tutan bir adam. Bakıyor selim amcaya. Selim amca merak ediyor Ragıp'ın nasıl düştüğünü. Ama dönüyor geriye. Yürümeye başlıyor. Ragıp bakıyor arkasından. Elleri ısınsa da titriyor bedeni. Polislere cevap vermiyor hiç. Düşünüyor sadece. Köstekli saatini. Babasının "buna gözün gibi bak" deyişini hatırlıyor. Yine titriyor sonra. Tuzlu su yutmuş midesi bulanıyor. Köstekli saati düşünüyor. O kadar derine gidecek ne vardı sanki? Ya babası? Görüyor muydu bir yerlerden?
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.