Kurdun Geciken Adımı
Toplumsal gerçekliğin gösterge biçimlerle dışa aktarılması, sanatsal yollarla bu gerçekliğin somutlaştırılması ve duyumsanması noktasında en etkili araçlardan biri sinemadır. Ortaya konan bir sinema filminin kendisinin izleyiciye vermek istediği peşin cevaplar olmakla birlikte sorduğu sorularla da her izleyeni farklı yorumlarla farklı hareket noktalarına taşıması muhtemeldir.
Ünlü Yunan yönetmen Theo Angelopoulos'un filmlerinde, tarihsel bağlamları içerisinde toplumsal konuları ele alışı, onları mitolojik öğelerle harmanlayarak bireyin ve bireyin içerisinde yaşadığı toplumun acılarını, sevinçlerini, düş kırıklıklarını perdeye yansıtması toplumsal gerçekliğin dışavurumu noktasında önemli örnekler sunmaktadır. Özellikle olgunlaşma ve geç dönem eserlerini üçlemeler halinde çeken (Sınırlar üçlemesi, Sessizlik üçlemesi, Modern Yunan üçlemesi vb.) ünlü Yunan yönetmen, 1991 yılında hazırladığı Sınırlar Üçlemesinin ilk filmi olan "Leyleğin Geciken Adımı (To Meteoro Vima tou Pelargou)" filminde insanın bölünmüşlüğünü, bu bölünmüşlüğün yansıması olarak çizdiği soyut sınırları ve bu sınırların muğlaklığını sorgulamaya yönelir. Filmin yayınlandığı tarih olan 1991 yılına baktığımızda ve Berlin Duvarının yıkılması, Soğuk Savaş döneminin sona ermesi, Yugoslavya'da iç savaşın çıkması gibi dönemin tarihsel olaylarını göz önüne aldığımızda Angelopoulos'a bu filmi çektirecek birçok sebebin bulunduğunu saptayabilmek mümkündür. Ancak tüm bu tarihsel nedenselliklerin ötesinde Angelopoulos'u "Leyleğin Geciken Adımı" filmini çekmeye yönelten belirleyici bir sorunun cevabını aradığını filmi izleyenler fark etmiş olacaktır.
Angelopoulos, filmin ilk dakikalarında baş karakterlerden birine şöyle bir soru sordurur: "Kolektif bir rüyanın gerçeğe dönüşmesi için kullanmamız gereken anahtar kelimeler nelerdir?" sorunun sorulduğu sahnede kapı çalar ve sorunun cevabına veya yorumuna mahal vermeden sahne kesilir. Kanımca bu Angelopoulos tarafından kasti bir tercihtir. Çünkü Angelopulos'a bu filmi ve "Sınırlar üçlemesi"ni hazırlatmaya yönelten ana soru budur ve yönetmen, kendisiyle beraber izleyicinin de film boyunca bu sorunun cevabını aramasını ister. Sinemanın ve daha da özele indiğimizde Angelopoulos sinemasının büyüsü tam da buradadır. Hayat da zaten her zaman sorduğumuz sorular üzerinden şekillenmez mi? verilen cevaplar çoğu zaman ortaya konulduktan sonra önemsizleşir. Sorgulayabildiğimiz, sorabildiğimiz mefhumlar ufkumuzu, varacağımız hedefi göstermesi bakımdan her zaman anlamlıdır. Önümüze koyduğumuz her soru aşacağımız bir hedefi niteler ve bu başlı başına sürekli bir yolda olma halidir, sürekli bir "suyu arama" ya da "durmayalım düşeriz" hali.
"Kolektif bir rüyanın gerçeğe dönüşmesi için kullanmamız gereken anahtar kelimeler nelerdir?"
Filmi izledikten sonra Türkiye gerçekliği üzerinden ve özellikle Türkiye'deki muhalefet etme ekseni üzerinden beni düşündüren ve en nihayetinde bana bu yazıyı yazdıran temel soru da bu oldu. Bu soru üzerinde sesli düşünmekte fayda var.
Günümüz Türkiye'sinde kendisini Kemalist-Türk milliyetçisi-Demokrat-Cumhuriyetçi-Sosyalist vb. düşünsel konumlanışlar üzerinden tanımlayan ve FETÖ, PKK gibi terör örgütleri başta olmak üzere ne geçmişinde ne de bugün "kandırılmayanlar" cenahında bulunan başı dik, onurlu ciddi bir halk kitlesi var. Özellikle genç nüfus arasında gerek terör örgütlerinin kirli propagandalarına, gerek saray rejiminin "havuç-sopa" politikalarına tamah etmeyen, karşısına çıkan ve çıkarılacak olan zorlukların gayet farkında olarak bunlara karşı ideallerini ön planda tutan bir ülke gençliği mevcut. Yukarıda saydığım farklı ideolojik konumlanışlara rağmen onları bir araya getiren ana tema da bu çerçeve de kendisini gösteriyor. Ayakları bu topraklara basan, milletinin her gün, her dakika maruz kaldığı haksızlıklara, hukuksuzluklara karşı koyma iradesi gösteren aynı zaman da ülke bütünlüğünü ve bağımsızlığını tehdit edebilecek her türlü terör faaliyetinin ve emperyalist tahakküm aracının da karşısında konumlanacak olan bir gençlik kitlesi.
Tarihsel zorunluluklar bu kitleyi daha da bir araya getiren, kendi aralarındaki nüans farklılıklarını ortak paydalarda eriten ve onları "kolektif bir rüyanın" ortak tarafları haline getiren zemini de hazırlıyor. Nedir bu tarihsel zorunluluklar? Nedir bu kolektif rüya? Birbirini tamamlayan iki soru, burayı açalım.
En geniş ifadesiyle 90'lar ve 2000'lerin başı diyebileceğimiz kuşak, Cumhuriyet rejiminin dönüştürülmesi ve ortadan kaldırılması projesinin içerisinde büyüdü. Yıllarca Türk Ordusunda görev almış, canını ortaya koymuş komutanlarının "Terör Örgütü üyeliği" ile hapishanelere atılıp, ölüme terk edildiği, cumhuriyetçi aydınlarının kumpas davalarıyla yargılandığı tüm bunlar olurken PKK Terör örgütüyle müzakere edilip, terör örgütü lideri katil Abdullah Öcalan'a devlet erkanı tarafından methiyeler düzüldüğü bir dönemi yaşayarak gördü. Amiral Cem Aziz Çakmak'ı kızının düğününde Hasdal'a hapseden, kanser edip son nefesini verdirirken Habur'da teröristleri davul zurnalarla şehirlerimize sokan AKP iktidarının ihanetleriyle büyüdü. Üniversitelerinde arkadaşlarının teröristler tarafında göz göre göre öldürülüşünü izlemek zorunda bırakıldı. Nazım Hikmet'in Kuvayı-Milliye Destanında kullandığı ifadeyle "ateşi ve ihaneti" gördü. Bu kuşak, 2017 Referandumu ile Cumhuriyetten Mutlakiyete dönüşü deneyimledi. Tarihsel zorunluluklar tüm bu gelişmelerin ve burada yer veremediğimiz yozlaşmaların bir neticesi olarak kuşağımızın önüne gelip yerleşti. Kurulan saray rejiminin milleti esaret altına alma, kendi iktidarının devamlılığı noktasında her odakla her ittifakı oluşturma (2019 Yerel seçimleri öncesi iktidarın TRT'de Abdullah Öcalan'ın kardeşini konuşturması "yerli ve milli hükümet" refleksi olarak karşımıza çıktı), ekonomiyi saray rejiminin ve saray saltanatının şatafatı üzerine kurma, kamu-özel kurumlarda liyakatı yok sayan "iktidara yakın" adam kayırmacılığını tesis etme, derinlikli ve stratejiden yoksun dış politika hamleleriyle Türkiye'nin güvenliğini tehlikeye sokan politikalar izleme vb. konular, bu düzene karşı olan vatansever muhalefet cephesinin genişlemesini sağladı.
"Şahsımın" devletinin olduğu yerde içsel özelliklerinden arınan Cumhuriyet rejimini koruma görevinin de ortadan kalktığı, onu yeniden kurma görevinin başat hale geldiği bu tarihsel zorunluluğun ana maddelerinin başında gelmektedir. Bugün, Cumhuriyet rejimine uygun olarak demokratik hakların salt muhalif olunduğundan dolayı çiğnenmediği, adaletin ve gelir bölüşümünün sağlandığı, kamu kurumlarında liyakatın ön plana alındığı, "şahsımın" çıkarlarına değil, ülke ve millet çıkarlarına uygun politikalarla yönetilen bir Türkiye "kolektif rüyamızdır."
Kadına yönelik şiddet ve tacizlere karşı somut politik kararların alındığı, 9 yaşındaki çocukların çalışmak zorunda bırakılmadığı, "güvenlik güçleri" tarafından boğazlarının sıkılmadığı, işçilerin maaşlarını zamanında ve emeklerinin karşılığı oranında alıp, soğukta ve salgın döneminde yollarda sürüklenip polis copu yemediği, şeyhın, şıhın, tarikat liderlerinin devlet politikalarında referans alınmadığı, oturup aşiret reisleriyle devlet görevlileri arasında 19. Yüzyıl protokollerinin imzalanmadığı, bilimin ve bilimsel gelişmenin ön planda tutulduğu bir ülke "kolektif rüyamızdır."
Angelopoulos'a bu noktada geri dönecek olursak, soruyu hatırlamakta fayda var; "kolektif bir rüyayı gerçeğe dönüştürmek için kullanmamız gereken anahtar kelimeler nelerdir?"
Bugün, yukarıda özetlemeye çalıştığımız durum tespitini yapan ve kolektif rüyanın tarafı olan farklı ideolojik çevrelerden farklı grupların olduğunu görebilmek mümkün. Bu farklılıkları bir araya getiren tarihsel zorunluluklar, saray rejimine ve her türlü terör örgütü faaliyetine karşı ulusal bütünlüğü, ulusal bağımsızlığı ve milletinin hür ve demokratik bir yaşam sürmesini isteyen vatansever muhalefet bileşenlerini birbirini anlamaya, ortak paydalarda, ortak bir dil oluşturmaya yöneltiyor. Bu milletimizin karşısına çıkan yeni bir olgu da değil. Milli kurtuluş mücadelemiz ve Cumhuriyetimizin kuruluş sürecinde de benzer ortak paydalarda bir araya gelen bir "Tarihsel Blok"u[1] görmek mümkündü. 1. Meclis bu kararlılığı ve ortaklığı simgeliyordu. Bugün yine milletin sinesinden çıkan ve özellikle genç kuşaklar arasında oluşturulan yapıların bugünün "Tarihsel Blok"unu oluşturacağına dair kararlı iradelerini görebilmek mümkün. Bu geciken iradeyi toplayabilmek, milli kuvvetlerin dayanışmasını pekiştirebilmek noktasında tüm bileşenlere önemli görevler düşüyor.
"Kurdun geciken adımı", bu söylem ve anlayış birliğinin tesisiyle adımlarını hızlandıracak ve en nihayetinde kolektif rüyasını gerçeğe dönüştürebilecektir.
Kaan EROĞUZ
[1] Tarihsel Blok kavramı ünlü siyaset bilimci Antonıo Gramsci'nin kavramını çağrıştırmakla birlikte onun kullandığı sınıfsal bağlamın tamamen dışında bir siyasal ittifak dizilimini tanımlamak amacıyla kullanılmıştır.
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.