Evren yüzeyinde sonsuzda bir kadar bile yer kaplamayan ufacık bir yavruyu dünyaya sığdıramadı içimizdeki insan suretli şeytanın teki... Anasına mı sövelim, babasını mı dövelim bilemedim, bunu böyle yetiştirdikleri için. Psikolog, sosyolog değilim, aklıma iki alternatif geliyor aile bazında : 1) Her dediği kayıtsız şartsız yapılan bir züppe evlat... 2) Aileden itilip kakılan, sevgi görme...
O, memleketin felahı için tek çarenin Anadolu'da bulunabileceğini Arap topraklarda görev yaptığı günlerden beri dillendiriyordu. Aslen imparatorluğa hiçbir aidiyeti kalmamış insanlar için Türk askerinin kanını dökmenin gereksiz olduğu, bu yerlerin zaten ruhen artık Osmanlı'ya bağının kalmadığını saray odalarında değil, bizzat sahada yaşayıp müşahade etmişti. Fikrince artık çoktan Ingili...
Ben küçükken çok ağlarmışım. Gece uykuda bir başlar, avazım çıktığınca bağırırmışım. Ille de kucakta taşınınca, taşıdıkça taş oluyor bu dermiş babam. Oysa çokça zaman o kucak için uyur taklidi yapmışım. O vakitler hazır giyim bu kadar revaçta değil. Üsküdar'ın 2 mağazasının vitrininde ne varsa bizim kör makina onu diker.O yüzden o yaşlarda moda ikonu gibi gezmelerimiz hep.Ben annem kadar...
Bir güzel -mişli geçmiş zamanımız var idi...Bir ferah gelecek zamanımız da olacak elbet. Medeniyetin tohumu Anadoluda ekilmiş idi...Ol tohumlar yeniden yeşerecek elbet...İyi niyet hasadını kaldırıp, ektiğiniz kin idi.Sürgün veren ihaneti, dalında boğacağız elbet.Bu topraklar doğurgan, bu topraklar ana idi. Fesat tohumun kökünü sapanın ucuna takacağız elbet...İlk değil, güneş batıdan daha...
"1919 Mayısının 19.Günü Samsun'a Çıktım. Genel Durum ve Görünüş : Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu topluluk savaşta yenilmiş, koşulları ağır bir ateşkes antlaşması imzalamış. Ulus yorgun ve yoksul durumda. Ulusu ve ülkeyi savaşa sürükleyenler, kendi yaşamlarının kaygılarına düşerek, yurttan kaçmışlar. Damat Ferit Paşa'nın başkanlığındaki hükümet, güçsüz, onursuz, korkak, kendilerini...
Memleketim şimdi ateşten bir gömlek.Hangi su tasını döksen üstüne boşa.Ne yen çıkıyor, ne kol kalıyor,Uzandığı her elin önü sonu boşa...Vicdanlarda kanayan bir yara ülke şimdi, Dağlamak istesen dağlayacak tuz boşa... Savrulur her bir genci dağa taşa,Gelmeyecek o yusuflar, ağlamak boşa...Her evi bir ayrı yangın yeri yıllardır,Kalbi kuruyan anaya teselli boşa...Sol yanı boş kalmış o gittiğ...
Bir kadın ne kadar parçalanabilir? Kaç bin parçaya ayrılabilir ömrü hayatında onu anlatacağım sana kibir, gurur ya da saçmalık saymaz isen...Savrulduğu yerlerden her seferinde küllerinden yeniden nasıl doğmayı başarır bazı bölümlerini anlatayım öykümün... Cılız, saf bir ergen kız iken evleri başlarına yıkılan insanlara parçalandım. Cumhuriyetin kutlu bekçisi olan okulumun kutlu öğretme...
Gittin; Şimdi bir koca boşluk arkanda... Daha gidilecek sahiller, fethedilecek kaleler, keşfedilecek körfezler vardı halbuki... Bilinmeyen bir ülkenin, hiç tanınmamış bir şehrinin saçma sapan bir çıkmaz sokağı kadar ıssızım şimdi. Sokakta top oynuyor kıvırbaşlı, sarı saçlı çocuklar. Her birinin gözlerinde, gözlerinin muzip gülümsemesi... ve en az seninkiler kadar sevimli elleri... Hızla...
Samsun'a çıkan Gazi Paşa, Havza'ya doğru giderken, sıcak güneşin altında tek bacağı ile tarlada çift süren bir köylü ile karşılaşır... Memleket işgal altında, Milyon metrekarelik Osmanlı, bir avuç İç Anadoluya sıkıştırılmış, asker bir kıytırık mermi yakmadan terhis olmuş, tüm cephaneliklere el konulmuş, bütün kaleler zapt edilmiş, tüm tersanelerine girilmişken yurdun, Gazi, arabas...