Batıkent metrosu İki senedir sinyalizasyon yapacağız ayağına eskiden 00,20'de olan son metro saatini 23.00 'e çeken EGO dün bir açıklama yayınlamış. DUYURU Gençlerden gelen talep üzerine Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanımız Sayın İ. Melih Gökçek'in talimatı ile metro seferleri gece saat 24' e alınmıştır... EGO Genel MüdürlüğüYayın Tarihi: 26.05.2016 Yahu gençlerden elbette ...
Yıllar yıllar önceydi.
Bazılarınız doğmamıştı.
80'lerin sonu 90'ların başıydı… Hatırlayanlarınız vardır.
"Türkeşçi"ler olarak ben ve arkadaşlarımın, Servet Avcı ve arkadaşlarına nefes aldırmadığı zamanlardı.
Öyle ya, hainlere nefes aldırılmamalıydı.
Seneler geçti üstünden.
Servet Avcı MHP yönetimine girdiğinde yıl 2006 olmuştu.
O yıl ise bize nefes aldırılmıyordu.
Malatya'da, İstanbul'da, Mersin'de ve adım attığımız her yerde.
Yeni hain bizdik çünkü.
Hainlerin korkulu rüyası ise Harun Öztürk.
Zaman akmaya devam etti.
2012 kongresinde muhalif olan iller görevden alınırken bu kararı imzalamayan bir MYK üyesi çıktı.
Siyasi aktörlerin, dünya siyasetine yaşadıkları ülkelerde nasıl yön verdiğini, siyasetin içine "birazcık" burnumuzu soktuğumuzda anladık. Hayli geç oldu belki ama tevellüt biraz geçince geçmişe ve geleceğe dair anlatılacak birikimler artarken, yaşananlara başka pencereden bakıp, haklı bir milletin var olma savaşını belki şimdi zamanı geldiğinden tüm dünyaya haykırma zamanı geldi.
Dünyanın bir çok ülkesine, yüzyıl süren bir savaşın neticesinde çıktıkları sürgün yolunda binlerce Çerkes hayatlarını kaybetmiş, binlercesi de ulaşabildikleri kara topraklarında yaşam mücadelesi vermeye başlamış..
Bizler Türkiye Çerkesleriyiz..
Kısaca onlara "İstanbul Yolcuları" da diyorlar..
Biraz geç oldu dedik en başta.
20 yaşlarda yeni yeni sorgulamaya başlayıp, sığındığımız ülke siyasetine dair olup biten argümanları önümüze koyup, siyaseten "ne yapabiliriz" dediğimizde elimizde koca bir "HİÇ" vardı..
80'li yılların siyasetinde eline "orak, çekici" alarak sokaklara düşmüş Çerkesleri sorgulayıp, biraz olgunlaşmaya başladığınızda aynanın karşısına geçip "ben kimim" sorusunu sormaya başlarsınız..
Geçmişi unutmak değil, geleceğe yön vermek adına yola çıkanların önünde artık bir taş değil, siyaset denen koca bir yalan olduğunu öğrenirsiniz. Kim bilir belki de hiç bir şeyi öğrenmemek gerçekten en büyük özgürlüktür.
….
Türkiye Çerkesleri dendiğin de bir büyüğümden dinlediğim anıyı ilave etmek istiyorum buraya, zira çok hüzünlenmiştim.
Sürgünden yıllar sonra Kafkasya'dan Türkiye'ye Çerkes bir heyet gelir. Artık gidiş gelişler başlamış ancak Rusya Devleti Türkiye'ye izin verdiği yolcuların geri dönmeme ihtimaline karşı eş, çocukları ülkede bırakmak şartı ile izin vermekte.
Ankara'da bir Çerkes köyünde misafir edilirler. Çerkes Misafirperverliğini herkes bilir ki bu misafirlik daha başka. Yıllar sonra kanın kana vuslatı var..
Bir gece önce Emniyet'in "Işid'in Anırkabire düzenleyeceği saldırı ile" başladık güne…
Doğru yalan söyleseler inanacağımız bir durum da değil aslında eğer bir kaç gün önce ŞEHİTLERE rağmen yapılan MİLLİ DÜĞÜN olmasa. Keza 19 Mayıs'da Işid'li bir salağın hücre evinde kendi kendini patlatmasıyla günü bitirdik..
Kendini Müslüman diye adledenlerin intiharından bahsediyoruz.
İntihar, intihar!
Biz gayet iyiydik.
Valilik "yassah çıkamazsınız" deyince "iyi bari biz yola çıktık, Anıtkabir olmazsa Saraya geliyoruz" dedik..
"Bandırma vapuru yola çıkmış,
Toroslarda yörük ateşi yanmış,
Geliyoruz" dedik, vazgeçtiler!
Kendimizi hastane acil kapısında bulduğumuz bir akşam, müşahade odasında 3 ayrı gencin intihar vak'asıyla karşılaşmıştım. Refekatçı bir genç, arkadaşını sürekli konuşturmaya çalışıyor "kaç tane içtin, kaç tane içtin?"
Önce bira içmiş kız çocuğu, arkasından bulduğu ilaçları da o güzel bedenine göndermiş. Dudaklarından çıkan 4 kelime "git başımdan uyuycam ben"
Hastane bahçesinde karar verdim o gün, sağa sola haber vereceğim, soracağım/sormalıyız "liseler de neler oluyor?"
Çevremde ki liselilerle konuşmaya başladım. Aile, eş, dost, eşraf..
Yetmedi, müdür yardımcısı, rehber öğretmenleri, sendika yöneticileri..
Bir şeyler oluyordu…
Aslında konuyu bir rehber öğretmeni özetledi. Şöyle diyordu DEVLETİMİN okulunun rehber öğretmeni. "Valla aslında yapacak fazla bir şey yok, burası DEVLET okulu ve DEVLET size diyor ki; 'paranız varsa' çocuklarınızı özel okula gönderin, yoksa bunlara katlanmak zorundasınız"
Şimdi; katlanmak zorunda olduklarımızı yazmadan önce; DEVLET derken dudaklarımdan dolu dolu çıkan [özellikle büyük harflerle yazdım], onun varlığına inandığım, Allah'dan sonra ondan daha büyük hiç bir şeyin beni koruyacağına inanmadığım DEVLET'imin küçük düşürüldüğüne mi, o DEVLET okulunda ki öğretmenin kendini bu kadar aşağılık görmesine mi yanayım bilemedim…
DEVLET diyorum DEVLET!
Yazıma bu sitedeki ilk yazım olacağından ötürü yapacağım yanlışları ve hataları bu seferlik görmezden gelmenizi rica ederek başlayayım. Yazıların neredeyse tamamının biraz ağır olduğunu görüp "Bir de ben üstüne aynı konuları yazmayayım." düşüncesi ile genel olarak spor özelinde, basketbola dair bir şeyler yazmak istedim.
Şimdiden belirtmekte fayda var, ben objektif bir spor yorumcusu hassasiyeti ile değil de romantik bir basketbol sever ve amatör bir NBA tarihçisi kimliği ile yazacağım. Bundan dolayı yazacaklarım oldukça kısıtlı teknik bilgiler içerip genel olarak geçmişe yapılan bir ağıt niteliği taşıyacaktır.
Başlığı NBA ve değişen düzen olarak attım çünkü tüm dünyada basketbol ciddi bir değişim geçiriyor. Bazı sporseverler bunu olumlu yorumlasa da ben hiç onlardan olmadım olamayacağım da. Öncelikle gerçekleşmekte olan değişimleri inceleyelim.
Basketbolda uzunların rolleri ve önemleri son birkaç yılda çok ciddi bir değişime uğradı. Rolleri kısaca çember koruma, ribaund toplama ve pota altında fiziksel mücadele ile sayılar bulmak olan uzunlardan artık bunlardan daha çok alan açma yani orta ve uzak mesafe şutlarında başarı ve üstün pas verme yeteneği bekleniyor. Bu durumun sebebi aslında çok basit. Uzak mesafe şutlarında başarılı olan uzun oyuncuyu savunmak için dışarıya çıkmak durumunda kalan savunmadaki takımın uzununun pota altını boş bırakmasını sağlamak. Eğer bu uzun dışarıya çıkmayı reddediyorsa ya da geç kalıyorsa onu üç sayılık isabetlerle cezalandırmak. Elde böyle silahlara sahip bir uzun varsa rakibi cezalandırmanız kaçınılmaz. Üzerine bu uzun yine ortalama üzerinde bir pas yeteneğine veya hıza sahipse boş kalan pota altına penetre etmek ya da orada olan diğer takım arkadaşlarına pozisyonlar hazırlamak da her zaman seçenekler arasında bulunuyor.
İnsan değer verdiklerine duyduğu sevgi, saygı ve muhabbeti senede bir gün değil her zaman göstermeli. Ama maalesef gerçek olan şu ki hayatın akışında bir çok zaman bu şekilde davranmıyor, davranamıyoruz. Nedense insan hayat hep olduğu gibi devam edecek, sevdiklerimiz her zaman yanımızda olacak gibi bir varsayımla hayatı sürdürüyor bir çok zaman. Ta ki bir gün artık sevdiklerinin ya...
Fernando Torres Chealse'ye transfer olduğunda İngiltere futbol tarihinin en pahalı transferi olmuştu. Lakin futbol da hayat gibi işte, her zaman tek düze ya da yükselen bir çizgi arz etmiyor.
İspanyol forvet için de aynısı oldu.
Gol atamamalar, yedek kalmalar, giderek artan eleştiriler..
İlk önce başarıya odaklı taraftar kitlesinden tepki gördü, sonra yedek kulübesindekilerden, sonra diğerlerinden.
Hatta boş kaleye topu yuvarlayamayınca tepkiler zirve yapmıştı.
Hatırlıyorum, Ankara'daydım ben o zamanlar ve boş kaleye topu gönderemediğinde ayakta alkışlamıştım Torres'i.
Tabi bunu onun görmesi imkansızdı ve sanırım kimse de gidip söylemedi ona benim bu yaptığımı.
Telefonu numarası bende olmadığından arayamadım da, neyse bir dahaki kandilde mesaj atarım numarasını bulursam: HAYIRLI KANDİLLER TORRES, AİLENE DE ÇOK SELAM. CENABI RABBÜL ALEMİNİN RAHMETİNDEN BİR DAMLA BİLE OLSA ALABİLMEMİZ DİLEĞİYLE. DUALARDA BULUŞALIM
Bu fotoğrafı kullanıp, demişler ki: "Bir yudum su ve çorba için kuyruğa girdiniz mi? Hala şükür etmeyen var mı?"Bu tablonun 'şükür' ile değil, insanlıktan uzaklaşma ile alakalı olduğunu, çalanların, soyanların bitmediği dünyada bu tablonun da değişmeyeceğini, 'şükür' tavsiyesinden önce, buna sebep olanlara mücadelenin şart, Müslümansan FARZ olduğunu, söylemelerini beklerdik.... Ama, beyl...