Yanmaya aşık mürşit sırtında odun taşır
Taptuk un ateşine eğri odun sürülmez
Pirine tutkun gönül onsuz gurbeti yaşar
Demde hakkı anana vuslat vakti sorulmaz
tenha gecelere baş kaldırıp
yıldızlara kafa tutan güzel
çehrenin şavkı yoksul odama vuruyor
bir türkü tuttur bozkır koksun
güneş afyonlansın sesinde unutsun doğmayı
don vursun sokaklara
buğulu pencereme çizeyim resmini
Sualim var sana haddim bilerek
Senden ötelere vardın mı Şahım
Gönülden kibiri kiri silerek
Tuzsuz sofraya diz kırdın mı Şahım
Asım'ın Nesli, Akif'in zihninde mayalandığından beri sıkça kullandığımız bir ifade. Herhalde en güzel halini, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu'nun bir dizi şiirinde almış. Bu şiirler internette hep yarım yamalak, hatalı halleriyle yer alıyorlardı, buraya koymak istedim.
Sırretme tesellimi fanusunda
Kan kokusu bir ceylan yavrusunda
Dişime değen aşkın badesinde
Zaman durmuşken rakıyı neylerim
Eskimiş bunca şarkıyı neylerim
Telif Hakkı
© Hakan Dumlu
ey karanlık bir kuytuda
kıvrılıp büzüşen çocuk
karanlığı görmeyen ihtiyar göz
sokağı süpüren ama süprüntünün
ne olduğunu bilmeyen kişi
bu pırıltılar kimindir
kimin içindir bu şaşaa
bu bayramı körleştiren ışıklar?
Tam on dokuz yıl oldu, on dokuz yıl kardeşim
Yanlışsam yanlışsın de, sende otur bir düşün
Yumruğu vura vura yaralandı şu döşüm
Bağırıyorum amma feryadımı takmıyor
Anla işte kardeşim Devlet bize bakmıyor