Avrupada modası geçmekte olup, ülkemizde sıcaklığını koruyan konulardan biri de çokkültürlülüktür. Çokkültürlü sosyal yapılanmalar özellikle sömürge ülkesinden 'anavatana' yerleşmiş yabancılarla, işçi göçü sebebiyle yerleşmiş yabancılara tanık olduktan sonra uygulanmaya başlanmış, liberal ve sol çevrelerde oldukça desteklenmiştir. Kabaca çokkültürlülüğü tarif etmek gerekirse, çokkültürlülük herhangi bir içtimai topluluk içerisinde farklı kültürlerin yanyana yaşatılıp devam ettirilmesi, bunlara devlet eliyle izin verilmesi, bu kültürlerin de oldukça yüzeysel prensiplerle birbirine bağlanarak bir liberal kültür oluşturulmasıdır. Burada ülkedeki mevcut egemen kültürün diğer azınlık kültürlerlerine egemenlik gütmediğini, bunun ancak genel prensipler üzerinde uygulandığının altını çizmek gerekiyor.
Fernand Braudel, "Tek bir tarih ve tek bir tarih metodu yoktur. Tarih kendi içinde görece esnek ve çok seslidir." Cümlesi ile olması gereken öğretici ve ders alınan tarih anlatısının ana hatlarını çizmiştir. Özellikle bizim ülkemizde tarih, geleceğe not düşmek amacından uzakta gündelik çıkarları şekillendirmek amacıyla kullanılan bir enstrümandır.
Tarih de mutlak doğru aramak yersizdir. Yaşanmış her olay dönemin şartlarına kısa, orta ve uzun vadeli siyasi hedeflere göre ele alınmalıdır. Mustafa Kemal'in Zübeyde Hanım'ın yaşadığı gayri meşru bir ilişkiden olduğunu söylemek yahut resmi tarih öğretisi doğrultusunda II. Abdülhamid Han'ı yahut bütünüyle İttihat ve Terakki'yi kötü/yok saymak her anlamda sakat temeller üzerine bina edilen konulardır.
Maalesef ülkemizde ideolojik kalıplara sıkışmış insanlar tarih bölücülüğü yapmaktadırlar. Kimi Türk tarihini Osmanlı temelli alıyor, kimi Karahanlılar devletinden itibaren alıyor vs. Türk tarihini bütünlüyle benimseyen Göktürklerden Türkiye Cumhuriyetine kadar kurulmuş tüm devletleri doğru ve yanlışlarıyla kabul eden bilinçli, ahlaklı ve yüksek eğitimli bir halk tabakamız henüz oluşmadı ve oluşacak gibi de durmuyor.
Hal böyle olunca yüz yıllık bir geçmişe sahip Lozan anlaşması güncelliğini koruyor ve yeni yorumlarla tazelenip temcit pilavı gibi sürekli önümüze sürülüyor. Tarih bilgisi olmayan, ahlak ve bilinç eksikliği bulunan elitist avam gündelik siyasi gündemler oluşturma çabası ile Lozan gibi konuları kullanarak topluma mesaj vermek gibi yapay bir eyleme başvurarak üretken rolünü oynuyorlar.
Bazen başlangıç yapmak gerekir.
Aslında doğarken bile bu dünyaya ; bir başlangıç yaparak gelmişizdir.
Hayatımızın dönüm noktaları ya milat olarak geçer ömrümüze ya da bitiş olarak...
Bu yüzden başlangıçlardan asla kaçamayız.
Sonu hüsran olsa bile , vira bismillah deyip başlamalıyız.
Genelde bana derler ; çok pastel yazıyorsun.
Duygu yok yaşam belirtisi yok renk yok kıpırtı yok...
Aslında öyle değilimdir.
Meral Akşener'in birinci Başbuğum dediği ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ün
"Yurtta Sulh Cihanda Sulh"
sözünü; adeta son zamanlarda mantar gibi çoğalan Atatürk düşmanlarına hizmet edecek şekilde "Hanımefendinin bu sözleri kullanıyor olması sadece tesadüf olamaz" dedi Devlet Bahçeli.
Peki neydi ona göre tesadüf?
- "Erdoğan'a şeref ne diye sorsanız 'nerede satılır, hangi villada bulunur?' " demesi tesadüf olabilirdi.
- "Biz her türlü milliyetçiliği ayaklar altında almış bir iktidarız" diyenlere her türlü hukuki desteği sağlayacağını söylemesi tesadüf olabilirdi.
Bugün Türk milleti din, Peygamber, Allah adına içinden çıkılmaz bir labirent ortasında kalmıştır. Kaynağı belli olmayan bir sürü bilgi kırıntısı yıllarca İslam diye anlatıldı. Işte bundan dolayı günlük hayatımızdan kültürel hayatımıza kültürel hayatımızdan siyasi hayatımızda çıkmaza sürükledik her gün. Matüridîlik, ünlü Türk bilgini Matüridî'nin Hanefî Mezhebi nin kurucu...
Yurtta sulh cihanda sulh" demenin fetoyla ilgisi ne bilge? Bu söz büyük önder Mustafa Kemal Atatürk'e ait bilmiyorsan araştır. Nasıl bir mantık yürütüyorsunuz Allah aşkına? Birini suçlamak için sadece suçlamış olmak için böyle bir yola başvurmak acizliktir. Bu kadar seviyesiz iftira atmanın insanları karalamanin gerekçesi ne olabilir? Kişisel hırs ile bu tavır izah edilebilir mi? ...
"Bugün 'post-modern' sıfatını pejoratif anlamda kullananlar modernleşmenin ortodokslarıdır." Besim F. Dellaloğlu Hilmi Yavuz, Okuma Notları adlı kitabında yer alan, Nostalji ve Modernizm başlıklı notunda, nostaljiyi (geçmişseverlik) dönemlere ayırır: "Modern toplumlarda nostalji, geleneksel'e; postmodern toplumlardaysa modern'e (burjuva ideallerine) duyulan özlem oluy...
...veya Sol'un dayanılmaz Romantizm Yalanı Aslında bu yazıyı yazmamalıydım. En azından yazan ben olmamalıydım. Çünkü 1973 doğumlu biri olarak mevzu bahis dönemde (80 öncesi), tabiri caizse, ‚bacak kadar çocuktum'. Bacak kadar çocuktum çocuk olmasına da,… Yine de bazı şeyleri hatırlayacak kadar hafızam, ve aklım erdikten sonrada olayları pekiştirecek kadar zekam ve bilgim...
Bizlerin sesidir MHP, 47 yıllık siyasi tarihinin yaklaşık 20-25 yılını mücadelelerle geçirdi, bu yüzden belli bir çizginin dışına pek çıkamadı. Pekîi geri kalan yıllar da, işini eskiye nazaran daha rahat yaptığı yıllar da, mücadele den uzak yalnızca milletle hem hâl olup, milletin rızasını kazanmanın yettiği yıllar da ne yaptı ?
Siyasi ilerleyişinden bahsetmeyeceğim. Sorularım var ? Cevaplarını da kendim vereceğim, itirazı olanlar da cevaplarını versinler ki çare olalım ...
Ülkeye milliyetçiliği söylemin dışında aktarabildi mi ?
Hayır ! Çünkü yalnızca milliyetçi söylem, devamlı aynı hitâb, sürekli yüksek ses insanları uzaklaştırdı ! MHP yönetimi yüzünden milliyetçilik millete uzak, marjinal bir hâl aldı.
Halbûki böyle mi olurdu ? Bizler(MHP) terör konusu üzerine olduğu kadar, diğer bütün mes'elerde de söz sahibi olsaydık, söz sahibi olmayı geçtim söz etseydik ! İnsan hakları, çevrecilik, sanât, edebiyat, kültür, hayvanseverlik hangisinde varız, hangisinde bir çift laf ettik, hangisinde millete farkındalık yaratmak adına uğraştık ? Hiç birinde ...